31 Aralık 2008 Çarşamba

Olmadı

Olmadı...
Olmadı demek kahretse de beni, olmadı işte! Ne biri ne diğeri...

Ağlayarak başladığım yılı da ağlayarak sonlandırıyorum böylece. Aradan geçen 365 günün sonunda, başladığım noktaya döndüm.

Ne acı!!

Selcan
31/12/2008



Sana, yar, yol bulamıyorum!



Yine kar yağıyor sokaklara...
Sana, yar, yol bulamıyorum!
Dinlenmiyor şu gönlümün kavuşmak endişesi;
Gözlerin Cezayir menekşesi...

İmdat, yine mi yol!
İmdat, yine mi kar!
İmdat, yine mi karlardan
Yollar örtülüyor?

Yaptığın cezaya girer senin!
Gün olur her alev küllenir...
Küllenmiyor şu yangının, büyüyor; hay aksi!
Gözlerin Cezayir menekşesi...
Şu yağan karlar, gönlümün ceza-i müeyyidesi;
Gözlerin Cezayir menekşesi...

İmdat, yine mi yol!
İmdat, yine mi kar!
İmdat, yine mi karlardan
Yollar örtülüyor?

Yaşam

Yaşam buydu.
Gerçekleşmeyen beklentilerdi...

Ayşe Kulin
Foto Sabah Resimleri



30 Aralık 2008 Salı

Nasıl Zor Şimdi



Nasıl zor şimdi,
Tanışmak başka biriyle...
Yeniden kurmak
O devrilen cümleleri.
Anlatmak kendini,
İlk kez anlatır gibi.
Dinlemek her şeyi
Unutması zor olsun diye...

Sevdiğim film hangisi?
En sevdiğim şarkı, şiir, şair...
Yazar, çizer, siler, bozar zamanın silgisi...
Silse yine iyi!
Tükenmiş bir kalem inadında
Kalır izi...
Sen boşversen boş vermez beni.

Nasıl zor şimdi!

Nasıl şimdi zor...
Asıl şimdi zor!..


28 Aralık 2008 Pazar

En Büyük Korkum

Hep böyle oldu seni tanıyana kadar. Hep, ben adım atana kadar her şey çok güzelken, benim ilgi göstermemle bozuldu tüm büyü...

Şimdi büyünün hiç bitmemesini istediğim birine sevgi göstermeye o kadar korkuyorum ki! En büyük korkum haline geldi bu. Sanki ben daha çok ilgi gösterince, sanki ne kadar çok sevdiğimi belli edince her şey bozulacak gibi... Sanki ben sevgimi açıkça gösterdikçe o vazgeçecek, soğuyacak gibi...

Bunu düşünsene... Yapmak istediğin onca şey varken içini çürüten bir korku yüzünden yapamadğını bir düşün. Sevgini içinde tutmak zorunda olduğunu düşün. Söyleyemediğini, dokunamadığını, öpemediğini düşün. Bunları yapmak için can atarken onun yapmasını beklemek zorunda olduğunu düşün. Deli gibi isterken bir felçli gibi hareket edemediğini düşün...

Yapmak istediğini yapabiliyor olmanın insanı nasıl rahatlatacağını bir düşün...

Selcan
17/11/2008
Ankara



27 Aralık 2008 Cumartesi

Bir Varmış Bir Yokmuş

Bir varım, bir yokum listelerde...
Sınava girecekler listesinde varım hep. KPSS'den aldığım yüksek puanlarla sınava girmeye hak kazanıyorum. Yazılı sınav sonrası sözlü sınava girecekler listesinde de varım. Yani yazılı sınavı kazananlar listesinde var adım. Ama sonra...
Birden bire yok oluyorum dünyadan! Var olduğumu görmüyorlar, var olduğumu duyurmuyorlar listelerinde. Ne oluyorsa o arada, o zaman diliminde; siliniyorum listelerden, silikleşiyorum hayattan...

Bir varım, bir yokum...

Selcan
27/12/2008




26 Aralık 2008 Cuma

Cümle

Benden daha kimsesiz
bir cümleye rastladım
yazmaya kıyamadım

Hafız'a
Haydar Ergülen




20 Aralık 2008 Cumartesi

Emanet

... o yüzden de cumhuriyeti yönetenler cumhuriyetle yaşıt hale geliyorlar. "Cumhuriyet size emanettir!" denilen gençler ise emanete el süremeden yaşlanıp gidiyorlar ...

Can Dündar
Benim Gençliğim


Dokunma Yaralarıma!


En son sardunyalar da soldular...
Sen orda, ben burda yüreğim yanar!
Bu ayrılık değil, ölüm bana!
Ne olur ağlama, kıyamam sana...

Bu aşk saklı içimde,
Sen de gitme!..
Acılarla olmaz böyle!
Ayrılık niye?

O masum yüzünde
Sessiz çığlıklar gibi her sözün.
Git desen de kal desen de
Yaş dolar gözüm...

O masum teninde, yorgun ellerinde
Hep hüzün...
Sensizlikten her nefeste
Yaş dolar gözüm...

Dokunma yaralarıma!
İçimde çıkmaz yollara...
Yapma!..
Dudaklarınla kalbime dokunup
Onu acıtma!
Vurma yaralarıma...
Kar yağmasın baharıma!
Yapma!..
Dudaklarınla kalbime dokunup
Onu acıtma...

En son sardunyalar da soldular...






18 Aralık 2008 Perşembe

The Art-ist


Artist!

Aralık 2008

Kapadokya



14 Aralık 2008 Pazar

9 Aralık 2008 Salı

Doğru

Beni siz yetiştirdiniz. Doğruyu yanlışı siz öğrettiniz. İyiyi kötüyü siz öğrettiniz. Nerde nasıl davranmam gerektiğini siz öğrettiniz.

Ve ben doğrularımla, hatalarımla, kararlarımla, korkularımla, önemsediklerimle, önemsemediklerimle sizin yetiştirdiğiniz bir bireyim. Sizin eserinizim. Neden bu güvensizlik? Bana mı kendinize mi güvenmiyorsunuz? Benim öğrenemediğimden mi yoksa sizin öğretemediğinizden mi korkuyorsunuz? Yoksa...

Öğrettiklerinizin aslında doğru olmadığını fark etmemden mi?!


9/12/2008
Ankara



1 Aralık 2008 Pazartesi

Kazanan

Bir gün, kazananlar listesinde adımı görürsem, öyle bir ağlayacağım ki; susturamayacak kimse beni!...

Selcan
1.12.2008

27 Kasım 2008 Perşembe

Sevdalar Böyle Başlar

Önce dünyama sesin girdi özlemli, kısık
Bir mutluluk muştusu gibi ta uzaklardan...
Çok sonrası öptüğüm o gül dudaklarından
Önce sesindi cağıran beni gür ve aydınlık.

Önce küçük ellerin kondu avuçlarıma
Yolunu şaşırmış bir kuş gibi, ürkek...
Alıştım her şeyine, her yerine giderek
Saplandın iğnelerce parmak uçlarıma.

Önce bir akşamdı gelen seninle, dopdolu

İnanılmaz, doyulmaz, anlatılmaz, kanılmaz...
Bir akşamdı sevgiden, apaydınlık, bembeyaz
Bir akşamdı, alev alev istekli, duygulu...

Her şey gerçekti, öylesine güzel, yalansız.

Ağladım sensiz geçen ve geçecek günlere.
Sende ölümsüzlüğün çağrısını duydum önce
Sonra tutuşup, yandım ben, sevdalandım apansız.

Ümit Yaşar Oğuzcan



25 Kasım 2008 Salı

Saplantılı ODTÜ

Saplantılı bir aşk gibi... ODTÜ...
Hem aşık olup hem nefret etmek gibi. Nefret ettiğin insana aşık olmak, aşık olduğun insandan nefret etmek gibi...
"Yüzünü şeytan görsün!" dediğin insanın peşinden koşmak gibi...
Ne onunla ne onsuz yapabilmek gibi. Varlığından nefret edip yokluğuna dayanamamak gibi...
ODTÜ... Saplantılı bir aşk gibi...
13/11/2008

24 Kasım 2008 Pazartesi

Yanlış Hayat

Yanlış bir hayat yaşıyorum...

Ders çalışmaya başlayalı 20 seneyi geçti. Aralıksız! Şimdi de okuldan atılmamak için çırpınırcasına ders çalışmak, bu işyerinden kurtulmak için kendini paralarcasına sınavlara hazırlanmak... Geçen yıllar, büyüyen yaşlarla birlikte ders çalışmayı bıraktığında yapacak bir şeyin olmayacağı endişesi, işlevini yerine getiremeyen bir mide, türlü hastalıklar... Yaşadığım hayat doğru olsaydı, daha farklı olurdu anlattıklarım, değil mi?

Üstelik yapayalnızım...

Sevgilimin bana ayıracak iki dakikası bile yok. (Ne yani, tuvalete giderken mi arasın!! Sesimi duymak için yapacak daha iyi bir şeyinin olmamasını beklemekten daha komik olurdu doğrusu, çişinin gelmesini beklemek.) Annem önyargılarıyla meşgul, benim sıkıntılarımla uğraşacak durumda değil. Babamın hiç umrunda olmadım zaten. Arkadaşlar desen... Hani? Nerede?

Ama kim bilir, yalnız bir hayatın ortasında, yanlış yaşıyorumdur belki de...

Selcan


23 Kasım 2008 Pazar

Vurgun Saatlerim

Soner Arıca'nın bir şarkısı dilimde bugünlerde: Kusursuz Aşk... Ne diyordu? "Sen bana hep vurgun saatlerimde geldin! Ya da sen vurdun..."

Düşünüyorum... Sen de benden hep vurgun saatlerimde gittin! Ya da gidişin vurdu... En çok ihtiyaç duyduğum zamanlarda aramaz, aradığımda açmaz oldun! Ya da aramadığında, ben sana ulaşamadığımda ihtiyaç duydum en çok sana...

Sen ne yaşadın, bilmiyorum!..

Selcan

23.11.08
Ankara

Ne Haber?

Aç kalbini, ben geldim!
Sıkı sıkı tut, bırakma...
Zar zor yıktım duvarlarımı;
Kıymetini bil, uzatma!..

Bak, yaldızlarımı döktüm!
Açtım kapılarımı, gir içeri...
Gör parklarımı, bahçelerimi.
Anla! Ben büyük harflerden ürktüm...

Ben anlamam toptan tüfekten;
Ben anlamam taştan yürekten!
Anlamam akıntıya kürekten
Bunları boşver! Ne haber aşktan?

Gözlerinin arkasını,
Sözlerinin alt yazısını,
Kalp diline çevirdim çoktan.
Okudum öztürkçe acısını...

Bak, yaldızlarımı döktüm!
Açtım kapılarımı, gir içeri...
Gör parklarımı, bahçelerimi.
Anla! Ben büyük harflerden ürktüm...

Ben anlamam toptan tüfekten;
Ben anlamam taştan yürekten!
Anlamam akıntıya kürekten
Bunları boşver! Ne haber aşktan?



16 Kasım 2008 Pazar

Türkü Tadında

Hakkında anlatılanların ne kadarı doğru bilmiyorum.
Yaptığını söyledikleri şeylerin ne kadarını yaptın,
yaptıklarında ne kadar haklıydın...
Bilmiyorum...
Ben senin müziğini sevdim;
şarkılarını, türkülerini sevdim...
Her şeye rağmen üretmeye devam etmeni sevdim...
Oturduğu yerde, hiçbir şey üretmeden tüketenlerin arasında,
hiçbir fikri olmadan fikri olanlara karşı çıkanların arasında,
daha huzurlu günlere nasıl ulaşırız diye tartışamadan kavga çıkaranların arasında,
ezgilerini dinleyerek bunları yazdım,
yokluğunun 8.yılında...


Umarım türkü tadında geçiyordur orda zaman...

Selcan
16/11/2008



15 Kasım 2008 Cumartesi

Küçüğüm


Küçüğüm, daha çok küçüğüm...
Bu yüzden bütün hatalarım!
Öğünmem bu yüzden;
Bu yüzden kendimi
Özel, önemli zannetmem...

Küçüğüm, daha çok küçüğüm!
Bu yüzden bütün saçmalamam...
Yenilmem bu yüzden;
Bu yüzden hala kendime güvensizliğim...

Ne kadar az yol almışım,
Ne kadar az!
Yolun başındaymışım meğer...
Elimde yalandan, kocaman, rengarenk,
Geçici, oyuncak zaferler...

Küçüğüm, daha çok küçüğüm!
Bu yüzden bütün korkularım...
Gururum bu yüzden;
Bu yüzden çocuk gibi korunmasızlığım...

Küçüğüm, daha çok küçüğüm...
Bu yüzden sonsuz endişem!
Savunmam bu yüzden;
Bu yüzden bir küçük iz bırakmak için didinmem!..


11 Kasım 2008 Salı

"Siz" sevilmez, "sen" sevilir.

Bana konuşmamız boyunca ilk defa "Sen" diye hitap etmesi hoşuma gitmişti. Çünkü onu çok kısa bir süre içinde içime almaya başlamıştım. İçe almak, sevmeye başlamaktır.

"Siz" sevilmez, "sen" sevilir.



Cezmi Ersöz

Müsait Olduğumda Ararım Seni...
Hata Yaptıysam Aramızda Kalsın



10 Kasım 2008 Pazartesi

Nasıl?

Eskiden, yani biz küçükken, yani Atatürk'ü sevmemek moda değilken...okulda saygı duruşlarında gülesimiz gelirdi. Biri bir ses çıkarır, öğrenciler kıkırdaşır, öğretmenler hişşşşşttt der, içimizden "bitse de otursak yerimize" diye geçirirdik...

Oysa şimdi... Sirenlerin o çığlığında...ayakta...akan gözyaşlarımın yüzümden aşağı süzülüşünden ürperiyorum. Tutamıyorum kendimi artık; düşündükçe, anladıkça, özledikçe daha çok akıyor gözyaşları...

Düşman... Savaş... Direniş... Kurtuluş...

Mustafa Kemal... Mustafa Kemal artık nefes almıyor! O devirde yaşayanlar, O'nu görenler, tanıyanlar, O'nunla birlikte savaşanlar bu acıya nasıl dayanmışlar? Benim yüreğim 70 yıl sonrasında bu kadar sızlıyorken, onların yüreği nasıl taşımış bu acıyı?

Nasıl?


Selcan
10/11/2008
Ankara

6 Kasım 2008 Perşembe

İçinde Bir Sen


Bugün güneş doğmayacak, bugün sen çok öleceksin!
Biraz düşlerine eğil, orda bir şey bulacaksın.
Bugün unut mavileri, çiçeğe su verme, unut!
Biraz daha sen olursun, kalbindeki rengi büyüt...

Her aşk kendini yaşar, çaldığın kapı kapanır sonunda.
İçinde bir sen bulursun: büyümüş, anlamış, yorgun...

Ah aman aman küçüğüm, bu yol sana gidiyor.
Ah aman aman küçüğüm, bu yol sana gidiyor...

Senin küçük baharında, unuttuğun bir şeyler var;
Gelir geçer sokaklardan, sokaklara girer çıkar.
Mavi penceresinde gün, telaşlı rengârenk kuşlar;
Kanatlarında bir alev, düşlerine konar kalkar...

Her aşk kendini yaşar, çaldığın kapı kapanır sonunda.
İçinde bir sen bulursun: büyümüş, anlamış, yorgun...

Ah aman aman küçüğüm, bu yol sana gidiyor.
Ah aman aman küçüğüm, bu yol sana gidiyor...


5 Kasım 2008 Çarşamba

Rüya

Kulakları kızardı...
Yüzü de kızardığında
yüreğini açmış olacağız!..



Soruları Kendiniz Seçiyorsunuz

Girdiğiniz sözlü sınav-mülakatta karşınızdaki insanlar size böyle derse, soruları da kendiniz soracaksınız sanıyorsunuz. "Kendine bir soru sor ve cevapla" der gibi... Ama öyle değilmiş. Sorular hazırlanmış, mühürlü zarflara konmuş. Bir tarafta yabancı dil soruları, diğer tarafta alan bilgisi soruları. Kapalı zarflardan birini seçip bir nevi kaderinizi kendiniz belirliyorsunuz. Şimdiye kadar katıldığım mülakatlar içinde en makul yöntemdi. Ayrıca yazılı sınavda alakalı-alakasız her şeyden sormak yerine, doğrudan çalışma alanıyla ilgili konularla sınırlı tutması da olumluydu.
Çalışma Bakanlığı Avrupa Birliği Uzman Yardımcılığı sözlü sınavında çok kötü bir performans sergilesem de sınav yönteminde göze çarpan farklılıkları vurgulamak istedim. Kimin umrundaysa artık:)
5/11/2008
Ankara

29 Ekim 2008 Çarşamba

İyi ki doğdun Cumhuriyet!



Cumhuriyetin 85. yaşgününde, her şeyi cumhuriyetle zıt olan bir görüşün temsilcisinin ise 58. yaşgünü.
Bu kadar da ters olunmaz ki!


Çizgisiz Defter İnsanı

...Çizgili defterleri sevmem bu yüzden. Kendimi sınırlandırılmış hissettirir. Sanki o çizgilerin hizasında yazmak zorundaymışım gibi, hiçbir esnekliği yok, kişiselleştirme imkanı yok. Her şey önceden belli. Kareli defterler bir nebze daha iyi. Tüm sayfa baştan sonra kareli olduğu için neresine yazacağına dair kesin kurallar yok. İstediğin yerden başlayıp istediğin yerde bitirebilirsin. Atladığın satırlar da senin inisiyatifinde. Nasıl beğeniyorsan, gözüne nasıl güzel görünüyorsa ya da yazdığın şeyler neyi gerektiriyorsa öyle yazabilirsin. Genel çerçevesi belli sadece, sen istediğin gibi dolduruyorsun, kişiselleştiriyorsun içini.
Yine de benim en sevdiğim çizgisiz defterlerdir. Her sayfada her şeye sıfırdan başlar gibi, her yaprak çevirişinde içinde geçmiş sayfaların birikimi olduğu halde önünde bomboş bir sayfa var; tıpkı önyargısız, karamsarlıktan uzak, her şeyin yapılabilirliğini hissettiren bir gelecek gibi. Geçmişin deneyimleriyle doldurulacak bir gelecek gibi.. Ondan sonra istediğin gibi şekillendirirsin yeni sayfaları. Kareli defter gibi, satırları düz yazmanı da söylemez çizgisiz defter; istersen çapraz çapraz yazarsın, istersen zigzaglı yazarsın. İstediğin kadar yazar, istediğin kadar boş bırakırsın. Ayrıca kareli ya da çizgili defterlerdekinin aksine, birilerinin çizdiği çizgiler, kareler yüzünden senin yazdıklarını okumak zorlaşmaz çizgisiz defterde; onların çizgisi ile kendi yazın arasında koyuluk yarışı yapmak zorunda kalmazsın. Okuyanlar yalnız ve yalnız senin yazdıklarını görürler sayfada. Ne başkaları tarafından sınırlandırılmış satırlar, ne başkalarına göre şekillendirilmiş yazılar. İlgi dağıtan, okumayı zorlaştıran, okuyanı yoran başka hiçbir şey yoktur sayfada. Olabildiğine yazar, olabildiğine kişisel tercihler...
Hayatımızda yeterince çizgi var; yasaklar, kurallar, ayıplar... İşte bu yüzden sevgili dostlar, defterler çizgisiz olmalı en azından...

Selcan
Ankara
29.10.2008


25 Ekim 2008 Cumartesi

Sus!

Konuşma!
Paylaşma!
Düşünme!
Yazma!
Üretme!

Öyle işte, sorgulama fazla...

Konuşursan sustururlar,
Paylaşırsan engellerler,
Düşünürsen yargılarlar,
Yazarsan silerler,
Üretirsen kırarlar...

En iyisi, sus!
Sıra sana gelene kadar...

Selcan
251008

24 Ekim 2008 Cuma

Zaman Parıltısı


" Ne ağaçlar uzanmış mevsimlerimce,
Ne yıldızlar gerçek, aydınlığım kadar.
Aşkla kımıldayan küçücük ışıklar uçuşur içimde yön yön,
Yaşadığımın farkındayım. "

Fazıl Hüsnü Dağlarca



23 Ekim 2008 Perşembe

Kendin

..."Cezmi Ersöz burada mı oturuyor?" sorusuyla karşılaştım...
Ne cevap vermeliydim... "Tanımıyorum o kişiyi!" desem, bana ayıp olacak. "Evet, o benim!" desem, bu da pek akıl karı değil. Kimsenin kendinden bu kadar emin olması doğru değil çünkü. İnsan kendini tanımak için yıllarını harcıyor, yine de tanıyamıyor...

Cezmi Ersöz
Hata Yaptıysam Aramızda Kalsın
(Yol Öyküleri)



20 Ekim 2008 Pazartesi

Bir Tek Seni, En Çok Seni


Dillere düşeceğiz seninle,
İlle de biz düşecek.
Taze bahar dalları gibi
Çiçeklenecek...
Tadım tuzum olacaksın benim,
Tadım tuzum olacak.
Yatağıma gireceksin benim,
İlle de sen yatacak.

Seni, seni, en çok seni;
Bir tek seni severim hani!


Kör olayım yar, sürünürüm yar;
Her daim yar, billahi.

Bir gemi alacak bizi buralardan,
Bir daha dönmeyecek.
Her yere gideceğiz seninle,
İlle de biz gidecek.

Uzak ya da yakın oluruz bazen,
Ah ne fark edecek!
Tuz kadar severiz biz hani,
Buna kim son verecek?!

Seni, seni, en çok seni;
Bir tek seni severim hani!
..

Kör olayım yar, sürünürüm yar;
Her daim yar, billahi...


14 Ekim 2008 Salı

Kendi Şehrinden Sevme

Kendi şehrimi sevdim ben. Kendi şehirlerimi. Ama kendi şehrimden kimseyi sevmemeyi de öğrendim. Öğrendim bu arada ben. 'Kendi şehrinden kimseyi sevmeyeceksin, kendi şehrinden aşık olmayacaksın!' 'Uzaktan seveceksin!'

Çünkü ne zaman kendi şehrimden sevsem, bir hemşehrime aşık olsam, aşkı zulme dönüştü bir süre sonra. Ne zaman aşık olsam, aşk zulme dönüşür bir süre sonra.

Aynı caddeler, aynı sokaklar arşın arşın ondan sonra artık. Aynı bitmez yaz, alınyazı. Bu şehir.

Kendi şehrini suçlar bulursun bir sabah kendini o zaman, yaz ortasında soğumuşsundur şehrinden. Tek bir hemşehrin yüzünden.

Tek bir kişi yüzünden kaçıp gitmek istersin kendi şehrinden. Kendi şehrinden birini sevme suçundan yargılandığın, tutuklandığın bu şehirden.

Başka bir şehir tek umuttur senin için artık.

Ben başka şehirlerden sevmek gerektiğini öğrendim işte. Başka şehirlerden aşık olmak. Uzaktan sevmek.

Ve yollara çıktım. Başka şehirlerde sevmek, başka şehirlerden sevmek, sevişmek için. Uzaktan sevmek. Uzakta sevişmek için.

Ama bilmez miyim, bilmez misin ki, sevdiğin, seviştiğin şehir kendi şehrine dönüşür bir süre sonra. Senin şehrin olur orası da artık. Ve sen, ve ben, hep kendi şehrimizden birini severiz, sevmiş oluruz böylece. Hep bir hemşehrimize aşık oluruz. Hep yakından severiz. Sevişiriz.

Her şehrin o aşkla hemşehrisi, her aşkın o şehirde mazlumu oluruz. Bir süre sonra.

Bir süre sonra her şehrin hem hemşehrisi hem sürgünü oluruz artık.

Bir süre sonra her aşkın hem yerlisi hem yurtsuzu.

Aşkla hancı, aşkla yolcu.

Hem kendi şehrindesin, hem kendi şehrinden uzakta. Bir süre sonra.

Bir süre sonra her aşkın mahpusu, her şehrin firarisi olursun. Bu gidişle. Bu gidişlerle.

Hadi şimdi de bu aşkın sefasını sür bir süre. Bu şehirde. Cefasını da çekersin bir süre sonra. Yollarda. Caddelerde. Bu şehirde.

Hadi şimdi de bu yazı yaşa. Bu yazı yaz. Son yazınmış gibi.

Bu şehirde yaşa şimdi de alınyazınmış gibi. Öleceğin şehirmiş gibi. Bu şehir.

Ölü bulunduğun otel odasında, yatağın yanında, yerde bir albüm olsun. Baksınlar senin her şehirde, her şehrin meydanlarında, köprülerinde çektirdiğin fotoğraflara polisler. İncelesinler. 'Yalnız gezgin' desinler senin için. 'Hep yalnız gezmiş' desinler. 'Amma yalnızmış' desinler.

Bilmesinler, bilemezler ki bu fotoğrafların hepsinin aşık olmandan hemen önce çekildiğini. Yeniden aşık olmandan hemen önce.

Çünkü sen aşık olduğunda fotoğraf da çektirmez olurdun. Ben de. Bir süreliğine.

Öyle ya, kim kendi şehrinde fotoğraf çektirir ki.

Niye çektirsin ki.

Kim bitmeyecek sandığı bir aşkın ortasında, hiç terk etmeyeceğini sandığı bir şehrin ortasında poz verir ki.

Niye versin ki.

Ahmet Tulgar



12 Ekim 2008 Pazar

Forgotten Feelings

Since a few days ago, i've totally forgotten that terrible feeling that one day you'll be gone. I was in some kind of a dream, everything was so great that nothing bad could happen. I was really happy and you know, i was so confident in you in the sense that you really loved me and your love would last forever. I just didn't consider that you may someday lose your love for me. I didn't even think about it. I forgot the feeling of fear about your leaving me whenever you want to.
But now, i again feel it. I realize that it's not so unlikely for you to love me less. And indeed, i feel a bit of that. I remember the feeling of being afraid of losing you.
And that hurts. That really hurts.

11/10/2008


10 Ekim 2008 Cuma

İntihar günleri I

I
sana böyle akmaktan çok korktuğum için
oldu herşey
şelaleler de bu yüzden ilgilendiriyor beni
...dünya çok üzücü bir yerdi savaş filmlerini ve samurayları eskisi gibi sevmiyordum... bir boşluktan aşağı mı bırakıyorudum kendimi... teller tenimi çizip canımı mı yakıyordu... mutsuzluğuma mı alışıyordum seni severken, yoksa kan kaybından mı ölüyordum... daha fazla parçalanacak parçam yoktu...

neyse,
sevgilim telefonun öbür ucunda ruffles yiyordu

ben meleğimin kanatlarını kırdım, ordan geliyorum
siz yine de ikiz bardakları kırmayın
bir deliydim, elementlerin de ruhları olduğuna inanıyordum,

aklıma suyun intiharı geliyordu hep
şelale deyince

divaneliği söylüyordum

sana böyle akmaktan çok korktuğum içindi
şelalenin sinirini bozdum az önce
ordan geliyorum.
(...)

Birhan Keskin



4 Ekim 2008 Cumartesi

Diyorlar!


Korkuyorum anne, al beni içine.
Alışamadım anne, al beni yine...
Büyüdüm anne, evler büyüdü!
Büyüdü pabuçlar, yollar büyüdü!
Orduya istiyorlar, savaş çıkar diyorlar.
Silah veriyorlar anne, bana "Öldür!" diyorlar!
Yat diyorlar anne, kalk diyorlar.
Beynimi yiyorlar anne, beynimi yiyorlar...
Kapat televizyonu anne, seni de kandırıyorlar!
Kapat televizyonu anne, seni de kandırıyorlar...
Oyunu verme anne!
Oyunu verme anne!
Oyuna gelme anne!





3 Ekim 2008 Cuma

Anlar

İnsanın harekete geçmesi gereken ve kabullenmesi gereken anlar vardır.
Savaşçı bu ikisini birbirinden ayırmayı bilir.


Paulo Coelho
Işığın Savaşçısının El Kitabı



26 Eylül 2008 Cuma

20 Eylül 2008 Cumartesi

Zor

Gideceğin günü beklerken sana alışmak zordu...

Geleceğin günü beklerken seni özlemek daha zor!..

Selcan

16 Eylül 2008 Salı

Sıra


Aralık 2007
Ankara

Korkunç Bir Bekleyiş

Bir gece uykuda kriz geçirmişim. Sabah uyandım; annemin gözleri gözlerimin hizasında! Gözlerimi açar açmaz göz göze geldik annemle, yüzünde şaşkın, endişeli, şefkatli, korkmuş bir ifade ile...

Anne? Ne oldu? Ne yapıyorsun yatağımın yanında yerde oturmuş?

Masanın üzerindeki kaşığa takıldı gözüm. Kaşıkla bir şey yediğimi hatırlamıyorum. Zaten tabak da yok, sadece bir kaşık var. Bir şeyler dönüyor evde...

O sırada kapı zili çaldı. Odaya iki adam geldi...

Anne? Kim bunlar? Ne oluyor ya? Bunlar kim bizim evde?

Rahatlatıcı bir ses: "Siz yaslanın şöyle. Biz tansiyonunuz ölçerken anneniz de ne olduğunu anlatsın. Hem siz öğrenin, hem biz öğrenelim."

Koridordan geçerken sesler duymuş annem. Odamın kapısını açmış bakmış ki; ben tüm bedenimle titreyerek kriz geçiriyormuşum. Hemen bir kaşıkla dilimi dışarı çıkarmaya çalışmış boğazıma dönüp soluğumu kesmesin diye. Çarpmayım diye kafamı tutmuş. O sırada babam 112'yi aramış. Gelenler doktormuş...

Tansiyon ölçtüler, birkaç soru sordular. "Epilepsiye benzemiyor anlattığınız durum; ama yine de doktora görünürseniz içiniz rahat eder."

Epilepsi? Şu ağızdan köpükler çıkararak bayılan, titreyen epilepsi? Ben? Epilepsi?

O andan sonra gecelerce uyuyamadım "ya bir daha olursa" diye. Ya uykudayken olursa bir daha? Ya kafamı duvara çarparsam kriz esnasında? Ya düşersem?
Kaç gece ağlayarak bekledim annemin sesimi duyup "ne oldu" diye gelmesini. Benim onun yanına gitmeye yüzüm yok o yaşta, o gelsin, sesimi duysun da gelsin, tesadüfen gelsin, hissetsin de gelsin...

Hiç gelmedi annem. Ağlaya ağlaya uyuyakaldım gecelerce. Korka korka sızdım kaldım yatakta. Ve yalnız kalmaktan korktum günlerce. Yalnız dışarı çıkmaktan... Ya dışardayken olursa? Kim tutar başımı çarpmayım diye? Kim dilimi çıkarır soluğumu kesmesin diye? Ya tam karşıya geçerken yolun ortasında gelirse kriz? Ya merdivenden inerken olursa? Yalnız nasıl dışarı çıkarım bir daha?..

Ya evde? Ya tuvalette, banyoda olursa? Nasıl anlarlar, nasıl bulurlar beni, ne zaman fark ederler bayıldığımı? Ya çaydanlıktan çay koyarken olursa ve sıcak suyla yanarsa bedenim? Nasıl devam ederim bu şekilde hayatıma?

Gittik doktora... İlgilensin diye özel randevu aldık üstelik. İlgisiz, ters, ukala bir doktordu. Bana diyor, anlat ne olduğunu diye.
Uyuyordum ben, nesini anlatayım?
Hissettin mi bayılacağını?
Uyuyordum! Uykuda ne hissedebilirim? Bi bok hissetmedim tamam mı!
Annemden dinledi sonra boş boş bakarak...
"Ya ilaç vermeyelim şimdiden, olmaz mı? Bir tetkik alalım, ondan sonra veririz."
Aptal herif, senden ilaç isteyen mi var! Ne teşhis koydun da ne ilacı vereceksin?!

Sadece EEG istedi o doktor. Tanıdık başka bir beyin cerrahı vardı, ona gittik. Ona anlattık durumu. Tomografi istedi o da. Kaydımızı yaptırıp randevu aldık, geldik eve.

EEG... Kafanın değişik yerlerine yapıştırılmış elektrotlar. O koltukta oturuyor olmak, o devrelere bağlıyken "acaba beynimde hasar mı var" diye düşünmek... Gözünü aç, kapa, normal nefes al, derin nefes al diye komutlar veren görevli... Seri ve hızlı şekilde derin nefes almak yapay kriz oluştururmuş. O aşamada uyuşan yüzüm... Hastalık korkum...

Sonucu beklerken dışarda, annem yanımda. Hep yanımda. Dualarla... Ömrümün en uzun bekleyişi, en sıkıntılı, en korkunç! Ne zaman geleceği belli olmayan krizlerle bir ömür geçirme ihtimali... Ne çıkacak sonuçta? Hasta mıyım ben? Epilepsi? Ben?

Ve sonuç çıktı. Ellerim titriyor, gözlerim şaşkın, okuyamıyorum. Annem... Hep yanımda... Okuduk sonunda... "bla bla bla bir olguya rastlanmamıştır." Eeee? Ne demek istemiş? Değilmişim di mi anne? Hasta değilmişim di mi? Ha anne? Otur ağla orda! Hastanenin koridorunda, duvar dibinde bir bankta... Otur ve hıçkıra hıçkıra ağla! Sonuç temiz çıktı anne! Temiz! Anne, hasta değilim anne!

Sonra tomografi... O korkunç cihazın içinde yarım saat bile bir asır gibi.
"Kıpırdamadan yat!"
Ya bayılırsam burda? Ya kriz geçirirsem? Ya ölürsem! Fark eden olacak mı? Sürekli izleyecek mi biri beni? Ya tam doktor çişe gittiği anda bir şey olursa bana? Ya deprem olursa? Ya bir şekilde bir köpek girerse odaya? Nereye kaçarım? Anne! Ya köpek ısırırsa beni? Kıpırdamadan yat. Hayal kurmayı dene. Şarkı söyle. Sesleri bir şeylere benzet. Evet, evet uçak bak bu, havalanmak üzere... İşte kalkıyoruz büyük bir gürültüyle. Havadayız. Motorun sesini duyuyor musun sen de? İnişe geçtik şimdi, yere varmak üzereyiz. Offff! Çok sıkıcı! Hasta mıyım ben? Beynimde başka bir kusur mu var? Beyincikte? Omurilik soğanında? Bunaldım, bitsin artık! Offf, daha ne kadar buraya tıkılı kalacağım?! Babam... Dışarda bekliyor... Sıkılmıştır o da. Saat de geç oldu. Babam... Hastalığı konduramıyor kızına. Bekleme odasında soruyor diğer hastalar: "Siz neden burdasınız?". "Önemli değil, rahatsızız biraz" diyor babam. Herkes rahatsız orda, rahat olan yok ki! Ohh, bitti! Şükür Allah'ım... Çıkarın beni burdan! Baba! Çıktım! Baba! Bitti bak, çıktım ben! Hadi eve gidelim artık! Gidelim buradan!

Ve sonuç... Hiçbir sorun yok... Allahım çok şükür, Allahım! Hasta değilim! Epilepsi değilim! Sonuçlar temiz! Anne! Hasta değilim! Duydun mu baba? Hasta değilim!

150908

13 Eylül 2008 Cumartesi

Seçim

... ama yanlış seçimler hep böyle yapılır zaten - başka seçimin olmadığına kendini inandırarak...

Irvin D. Yalom
Divan

Ay Sar, Yıldız Sarıl



15/12/2007
Lokomotif Müzesi
Ankara

12 Eylül 2008 Cuma

Yaşı Büyütülmüş Fidanlar

İdam edilebilsinler diye yaşı büyütülmüş fidanların boyunları kırıldı birer birer, darbenin kırdığı kalemlerin buyruğuyla...

Can Dündar
Benim Gençliğim

11 Eylül 2008 Perşembe

Gittin

Gittin...
Ben, arkandan sadece baktım.
Oysa; söyleyecek o kadar çok şeyim vardı ki...
"Gidersen iyiye dair ne varsa içimde yitireceğim hepsini.
Gidersen sönecek içimdeki ateş
ve bir daha hiç kimse yakamayacak.
Gidersen karanlığa mahkum edeceksin günlerimi
O karanlıkta yolumu kaybedeceğim" diyecektim sana.
Konuşamadım...

Gittin...
Gidişini görmemek için gözlerimi kapattım.
Öylesine acıdı ki içim; tutup koparsalardı kolumu
bacağımı, bu kadar acı duymazdım.
Acım yaş olup akmalıydı gözlerimden.
Ağlayamadım...

Gittin...
Seni delicesine bir tutkuyla seviyordum oysa!
Tutkum seninle olmaktı, tutkum teninde erimek,
tutkum hayatı seninle sadece paylaşmaktı.
Anlatamadım...

Gittin...
Gidişini önlemek için tutmak vardı ellerinden.
Ellerim değil miydi her dokunuşumda seni ürperten?
Ürperirdin yine, biliyorum.
Bir kez dokunsam, bir kez tutsam ellerini
Gitmek için biriktirdiğin bütün cesaretin kaybolurdu.
Tutamadım...

Gittin...
Bir yıkım gibiydi gidişin!
Sen adım adım uzaklaşırken benden,
Çöküp kaldı bedenim olduğu yere.
Nice terk edişlere dayanan yürek bu kez yenilmişti.
Bu kadar zayıf değildim ben, kalkmalıydım.
Kalkamadım...

Gittin...
Oysa geldiğin gün, gideceğini biliyordum.
Hazırdım gidişine,
Kaçak zamanları yaşıyorduk.
Zaman bitecek ve sen gidecektin...
Bense, gidişinin ertesi günü
Hayatıma kaldığım yerden yeniden başlayacaktım.
Başlayamadım...

Gittin...
Bir şey söyledin mi giderken?
"Kal" dememi istedin mi?
Son bir kez "seni seviyorum" dedin mi?
"Bekle beni döneceğim" diye umut verdin mi?
Beynim öylesine uğulduyordu ki;
Duyamadım...

Gittin...
Nereye gittiğin önemli değildi.
Binlerce kilometre uzakta da olsan,
iki metre ötemde de farketmiyordu.
Artık yoktun ve asıl bu düşünce beni felç ediyordu.
Kurtulmalıydım senden,
bu yokluk duygusundan kurtulmalıydım.
Kurtulamadım...

Gittin...
Unutulanların arasına katılmalıydım.
Anıları bir sandığa koyup
hayatı bir yerinden yakalamalıydım.
Bu aşk noktalanmalıydı, bu sevdadan vazgeçmeliydim.
Yapamadım...

Gittin...
Bir okyanusun ortasında
tek küreği kaybolmuş sandalda
Dev dalgalarla boğuşan bir denizciyim şimdi.
Bil ki; sevmekten vazgeçmedim seni,
Bil ki; seninle birlikte sevdanı da taşıyacağım yüreğimde,
Bil ki; seni unutamadım...

Mehmet Coşkundeniz

6 Eylül 2008 Cumartesi

Bir Yol Bulup Akamadım



İçim sızlıyor, doğru...
Ama sana git demekten başka yol mu var?
Onların doğrularıyla büyürken
İçine hayat çekmek değil kolay!


Sesim çıkmıyor, doğru...
Ama bağırsam kime ne faydası var?
Bedelli mutluluklar düzeninde
Yüreğe güvenmek değil kolay!


Gerçeğin kenarından hayatın düzenine
Bir yol bulup ben akamadım...
Bugün budur pencere;
Yarın kışla yüzleşince
Çok üzgünüm, kalamadım...

Yalın









1 Eylül 2008 Pazartesi

Türküler Üstüme Yıkıldı


sen benden gittin, acılar üstüme yıkıldı kaldı.
sen benden gittin,
yüreğim bir çığlık oluverdi.
sen benden gittin,
içimin suları kurudu bitti.
ahh canım kavruldu...
ahh gülüm savruldu...

kavur od saldığın canımı, kavur!
savur küle dönen ömrümü, savur!
bana çektirdiğin bu azapları,
inan ol, inan ol yapmazdı kahır!
bana yaşattığın bu acıları,
inan ol, inan ol yapmadı sabır!

sen benden gittin,
türküler üstüme yıkıldı kaldı.
sen benden gittin,
geceyle sabahı bekledik durduk.
sen benden gittin,
gözyaşım gözümü kör bıçakladı.
ahh canım kavruldu...
ahh gülüm savruldu...

kavur od saldığın canımı, kavur!
savur küle dönen ömrümü, savur!
bana çektirdiğin bu azapları,
inan ol, inan ol yapmazdı kahır!
bana yaşattığın bu acıları,
inan ol, inan ol yapmadı sabır!



31 Ağustos 2008 Pazar

Kurşunu yüreğine sıkmak

...Bunu düşünürken gariptir; ama ölüm korkusu yok. En küçük bir çekinme yok. Namluyu çevireceksin kendine, basacaksın tetiğe, tamam. Çok rahat bu. Namluyu şakağına dayayacaksın ya da ağzına...

Kurşunu yüreğine sıkmak... İçin elvermiyor buna. Yüreğine kıyamıyorsun. Yürek garip bir değer kazanıyor orada...

Erdal Öz
Gülünün Solduğu Akşam




Ay Şahit


Yaşadım her yokluğu, açlığı kahrı;
Gücümü savurmadım boşa.

Bir sana güçsüzlüğüm,
Ah, bu tuhaf tutarsızlık!
Yok, boşuna, çıkılmıyor başa...

Ne yana dönsem,
Yüzünde
doğuyor güneş.
Ya deli olur,ya yanarım...

Ne yana baksam,
Yüzünde
batıyor güneş.
Ya deli olur, ya yanarım...

Ne büyük aşklar bitti!
Bir ömür geçti...
Ağladı gönül, pes etmedi!...

Bir sana yıkıldı
Bir bir
içimin dağları.
Asi başımın belası, sevdiğim...

Kayıbım, sende kayboldum;
Gece, ay şahit!
Ya deli olur, ya yanarım...



29 Ağustos 2008 Cuma

Yüreğim

Yüreğime onca kilit vurmuşken, insanlara karşı o kadar inançsız, güvensiz olmuşken nasıl bir sevgi varsa sana dair, o kadar kırılmama rağmen, karşı çıkmama rağmen yine de durmadı, bastırılmadı, ne yaptı ne etti çıktı zincirlerden. Şimdi yavaş yavaş açıyorum katmanlarını yüreğimin. Dinlemediğim, ne diyeceğini duymamak için hep susturduğum yüreğimin... Azar azar konuşturuyorum artık. Hem söyleyeceklerini duymaya kendimi hazırlıyorum, hem de gerçekten ne hissettiğini söyleyebilmesi için ona vakit tanıyorum..

Sarıp sarmaladığım, üstüne kilitler vurduğum, susturup kaldırdığım yüreğim, izin ver de sevilmenin huzurunu yaşasın biraz kendi sevgisini kanıtlama kaygısı yaşamadan...

Selcan
Ankara



28 Ağustos 2008 Perşembe

İlhan Berk anısına...


Ne Böyle Sevdalar Gördüm
Ne Böyle Ayrılıklar


Ne zaman seni düşünsem,
Bir ceylan su içmeye iner.
Çayırları büyürken görürüm...

Her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi,
Bir parça mavi deniz
Alır beni.

Seni düşündükçe
Gül dikiyorum elimin değdiği yere.
Atlara su veriyorum;
Daha bir seviyorum dağları.

İlhan Berk
Köroğlu (1955)

[
Edebiyat dünyasının acı kaybı...
Ünlü şair İlhan Berk 92 yaşında

prostat kanserine yenik düştü.]

Geldi

Bak, geldi...

Beni görmüştü ve yine geldi!

İkinci kez geldi!..

Selcan
04/08/08



27 Ağustos 2008 Çarşamba

26 Ağustos 2008 Salı

Sadece Sesini Duymak İçin

Yeditepe İstanbul dizisinden bir sahne..
Çok fazla insan içine çıkmamış, yıllarca boş umutlarla eski nişanlısını beklemiş 30lu yaşlarda bir bayan Nilgün... Bir gün yeni biri taşınıyor mahalleye; abisinin arkadaşı oluyor, Nilgün'ün de bir süre sonra kocası. O kadar mutlu ki; o kadar coşkulu yaşıyor ki aşkını Nilgün; bir gün evden çıkıp kocasının çalıştığı yere kadar yürüyor ve "Ben seni çok seviyorum, iyi ki varsın!" diyor. Ferhan şaşırıyor önce, soruyor: "Bunca yolu sırf bunu söylemek için mi geldin?"
"Evet," diyor Nilgün, "sırf bunun için geldim. Kızdın mı yoksa?"
Ferhan'ın yüzü gülüyor; "Hayır, hayır. Çok sevindim. Bunun yanında 'gelmişken bir de manava uğrayacağım' deseydin bu kadar değerli olmazdı. Sen de iyi ki varsın.." diyor...

Öyle işte. Sesini duydum kapattım. Gelmişken manava uğramayacağım, bir şey sormayacağım, bir şey demeyeceğim. Sadece aradım, sadece sesini duymak için...

Selcan



Yanındayım

Sabahlar zor oluyor...
Rüyadan uyanmak, seni rüyada bırakıp sensiz gerçek hayata dönmek... Apar topar hazırlanıp iş dediğimiz oyalamaya gitmek için servise binip de 15 dakikalığına da olsa kendi dünyama daldığım anda alıyorum telefonu elime. Mesajlarını okuyorum yeniden.. Fotoğraflarına, fotoğraflarımıza bakıyorum yeniden.. Yeniden.. Herbir anı yeniden yaşıyorum sanki... Yüzümde bir gülümseme, "iyi ki pes etmedin" diyorum sana..
Sonra doluyor kendi alemimde geçireceğim süre, iniyorum servisten, işyerindeki odama geliyorum. Bilgisayarı açıyorum...ve sen ordasın! Sitenin sayacından görüyorum sayfama girdiğini örneğin. Bu bile büyük huzur veriyor bana. Her şey yolunda ki ordasın, işindesin, bilgisayarını açmışsın, sayfama girmişsin.. Hele bir de yazmışsan, gün benim günüm artık.
Aklındayım..
Yanındayım..

Selcan
26/08/2008



23 Ağustos 2008 Cumartesi

Sevinçle Uyan


Duydum ki öylece bırakıp gitmişsin kendini;
Vazgeçmişsin bütün ümitlerin güzelliğinden,
Yeni bir şey aramanın ve bulmanın sevincinden...

Artık bitti diyorsan, unuttuğun bir şeyler var.
Hala mavi gökyüzü bak; hala çok güzelsin!
Ve sakin bir rüzgarda dinleniyor dalgalar...

Bu sabah sevinçle uyan, gerin pencerende.
Paslı bir tat gibi kalsın yalnızlığın;
Yeniden başlamanın keyfini duy içinde...

Hayatının anlamını yanlış çözmüş gibisin;
Herkes sevgi bekliyor, yalnızca sen değilsin!
Sevgini söylemekle başlar her şey birden bire.
Bir çocuğun saçını okşayarak gülümse;
Küçük bir pırıltıyla yolunu o göstersin...

Yeniden başlamak istersen, bu bile sana yeter!..


He's mine!

In some episode of Scrubs, doctor Cox's son comes to the hospital. He is too naughty for such 9- or 10-year-old boy. He turns the place upside down. Moreover, the walls are being painted in the meantime, and he plays with the paint, turning himself into light green.
By the way, nurse Carla is considering having a baby but she feels as if she hates children. After experiencing the naughtiness of the son of doktor Cox, she asks the doctor how on earth he can handle it. Dr. Cox can't get on with children either. Still, he cares much about his son. Carla tells him that she is not ready for having a baby because she has doubts about loving her baby. She feels that she will not be able to love and take care of her baby. Doctor says it ain't problem, for sure she will love her baby. She replies by telling that she hates children; but doctor insists on the idea that this will be different. She eventually asks what the difference is, they are all children, the little demons. Then Dr. Cox says: "No, this is YOURS, that is the difference!"

Likewise, although I had some painful experiences about love and I was totally hopeless about having a partner, I nevermore know this will be different. Because he is MINE!

Selcan
04/08/2008


6 Ağustos 2008 Çarşamba

30 Temmuz 2008 Çarşamba

Buradan Açınız

Bu kadar kolay olsa keşke...

Hayat bize açılmaya hazır kapılar ayarlasa ve oklarla gösterse nerden açacağımızı. Bir kahve ambalajını açmak gibi, gösterilen yerden açıversek, bunun "Yap!" denileni yapmak olduğunu gözardı ederek... Düşünmesek, yormasak kendimizi. Ordan açıversek ve ulaşsak istediğimize.

Bir bisküvi paketini açar gibi olsa birinin kalbini açmanın yolu. Bir yerlerde bir "Buradan açınız!" bulsak, oradan açsak kalplerimizi. Hayat bize yol gösterse keşke nereden açacağımıza dair.


Buradan açınız..

Selcan
16/06/08

29 Temmuz 2008 Salı

25 Temmuz 2008 Cuma

Ctrl + Z

Hayatta da olsa keşke.. Son işlemi geri alabilmek...

O son sözü hiç söylememiş olabilsek, tüm etkilerini geri çevirebilsek, eski haline döndürebilsek...

Yaptığımız son hareketi, tüm etkileri ve sonuçlarıyla geri alabilsek keşke. İki tuşa basmak kadar kolay olsa.. Tek sıkıntı, ctrl ile z tuşuna aynı anda basabilmek gibi basit bir koordinasyon sorunu olsa. Bir parmağımız bir tuşta, başka bir parmak diğer tuşta, basıversek ve geriye dönse her şey.

Keşke...

Selcan
21/7/2008
Ankara

.

24 Temmuz 2008 Perşembe

Kilo

Bacak bacak üstüne atınca, alttaki bacağım üsteki bacağımın ağırlığından eziliyor; sürekli yarışıyorlar kendi aralarında üstte kalan bacak olmak için...

İşte o zaman anlıyorum kilo aldığımı!

Selcan
24/7/08

23 Temmuz 2008 Çarşamba

21 Temmuz 2008 Pazartesi

18 Temmuz 2008 Cuma

Genç İntihar

Neden bu kadar genç intihar?
En çok dışlananlar ve en kırılgan olanlar onlar da ondan mı?
Kalpleri henüz nasırlaşmadığından mı?
Yaşamın hoyratlığı karşısında en çabuk onlar gerileyip vazgeçtiklerinden mi?
Var olduklarını kanıtlamanın tek yolunu yok olmakta gördüklerinden mi?
Dışa vuramadıkları öfkelerini kendilerine yönelttiklerinden mi?
Sınavlar geçit, sevdalılar yüz, ebeveynler izin vermediğinden mi?
Hayat hiç gülmediğinden mi?
Ufukta umut görünmediğinden mi?

Can Dündar
Benim Gençliğim

.

Gece ve Rüzgar



Temmuz 2008
Ankara

17 Temmuz 2008 Perşembe

hayatımızıkolaylaştıranboşluklar

Düşünsene, ne kadar zor olurdu düşüncelerini aktarabilmek yazılara, kelimeyi kelimeden ayıran o boşluk olmasa...

Selcan
Nisan '08
Ankara

.

Dünyanın En Tuhaf Mahluku

Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi!
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat...
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil, beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını,
sürüye katılıverirsin hemen!
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye...
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf!
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, al kan içindeysek eğer;
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!

Nazım Hikmet Ran

.

11 Temmuz 2008 Cuma

Hayat da Bekler mi?

... düşünmek istemiyorum. Kafamı yormak istemiyorum. Ama hayat ne yapıp edip beni o duruma sokuyor. Kovaladıkça kaçıyor, kaçtıkça kovalıyor.
Olduğum yerde dursam, ne kaçsam ne kovalasam, hayat da durur bekler mi acaba?

07/08

Gün Batımı


09/07/2008
Didim

Gün Doğumu


10/07/2008
Didim

1 Temmuz 2008 Salı

0–0

Kendimi insanlara fazla açıp üzülme riskine girmek istemiyorum. Maç 1–0 olsun, benim olsun misali... Yarı sahadan çok fazla çıkıp kaleyi savunmasız bırakmaya gerek yok. Orta saha ağırlıklı, gol attıktan sonra defansa dönerek fırsat buldukça uzun paslarla ileriye çıkan; ama kaleyi hiç boş bırakmayan bir maç anlayışım var artık. Vaktimin çoğunu kendimle; yapmak istediklerimi yaparak, yapmak istemediklerimden uzak durarak geçiriyorum... Arada görüşmek isteyen arkadaşlar olursa onlarla görüşüp beklentileri artırmadan hemen kendime dönüyorum.

Hele bugünlerde 1-0’dan da geçtim, kale sahası içinde çift vuruş yapılırken tüm oyuncuların kale önüne dizilmesi gibi tamamen gol yememeye odaklı bir strateji izliyorum. 0-0'a razıyım; yeter ki gol yemeyim! Arkadaşlıklardan bile vazgeçebilirim beni üzme ihtimalleri varsa. Görüşmeyi bile kesebilirim. Tüm takım oyuncularımla savunmadayım. Gol atma hevesim yok, yemeyim yeter. Beraberlik bana yeter. Ne kazanç, ne kayıp! Ne mutluluk, ne acı! Var gücümle kalenin önüne dizildi savunmalarım, korkularım, sevinçlerim, üzüntülerim, yaralarım, acılarım... Tek hedef gol yememek! Her türlü yaklaşımı engelliyor, herkesi uzak tutuyor belki; ama bir gol daha yemeye gücüm yok. Maça devam etmek zorundayım, hayatıma devam etmek zorundayım. Bir gol daha yemeye, bir kez daha yanılmaya, bir kez daha hayal kırıklığı yaşamaya, bir kez daha aldatılmaya, bir kez daha sevip sevilmemeye gücüm yok...

Varsın, gol atmamış olayım. Varsın sevilmemiş olayım. Ben sevip üzülmedikten sonra önemli değil. Gol yememek bana yeter. 0–0 bana yeter bu maçta!

Selcan

01/04/2008
Ankara


21 Haziran 2008 Cumartesi

Hayat


Kaçağım!
Eşkiya aşklar yaşarım durmadan..
Kaşla göz, dağla uçurum arası konar göçerim.
Sürgünlüğümü yurtlanmaz yerleşik sevdalar!
Sığsın isterler defnelerim küçücük saksılarına!..
Yetmez, dağbaşlarının teslimiyeti istenir.
Ya katlim, ya ihanetim!

Bilmezler bir başka yol olduğunu!
Yani ben eşkiya, her yanı pusu...
Gözlerindeki dumanlı dağlara sevdam.
Zülfünde gölgeye sığınmam bundandır!
O zaman keyif çatarım silah diye;
Sevdanın doruğuna...

Buzullar erir, nehirler yatak değiştirir.
Sevdalarını ışıklarında yıkarlar...
Sonra da yürekleri seslerinde;
Gürül gürül akarlar!
Çıplak suretleri dağbaşları resmeder;
O dem iklim değişir, hüzün olur...

Yüreğimden gayrısına sır vermediğim doğrudur!
Kaçaklık bu!..
Hadi gel Şahrud'um, dağlara gövde verelim!
Göğsüm tahtasının altı ol;
Yoksa vuracak beni hasretim bir tenhada...

Yakışır mı bir kaçağa ecel eliyle ölmek!!..



Hayat denen sonsuzluğun
Karşısında bir çocuğuz.
Düşe kalka büyürken
Kalkamayız bir çoğumuz...

Bu hayat böyle mi olur?
Düşen hep yerde mi kalır?
Gün olur belin doğrulur;
Kim n'olacak belli mi olur, oy!

Ama bitmez yolculuklar;
Belki biraz canın yanar.
Düştüğün yerde doğrulup
Başlar yine ilk adımlar...

Bu hayat böyle mi olur?
Düşen hep yerde mi kalır!
Gün olur belin doğrulur;
Kim n'olacak belli mi olur ,oy!
Ama bitmez yolculuklar;
Belki biraz canın yanar.
Düştüğün yerde doğrulup
Başlar yine ilk adımlar...

.