27 Aralık 2013 Cuma

Hoş Geliş



Hoş gelişler ola
Mustafa Kemal Paşa!

Mustafa Kemal Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin 94. yıl dönümü kutlu olsun.

  

16 Aralık 2013 Pazartesi

3 Aralık 2013 Salı

Barış

Çocuğun gördüğü düştür barış.

Annenin gördüğü düştür barış.

Ağaçlar altında sevdalıların sevda sözleridir barış.

Gözlerinin içinde uçsuz bucaksız bir gülümseme; elinde yemiş dolu bir zembil ve alnında ter tomurcukları -pencerede suyu soğutan testideki damlalar gibi- akşamüstü eve dönen babadır barış.

Dünyanın yüzünde yara izleri kapanırken ağaçlar diktiğimizde havan mermilerinin kazdığı çukurlara; yangının kavurduğu yüreklerde ilk tomurcuklarını açarken umut ve ölüler kanlarının boşa gitmediğini bilerek yana dönüp içerlemeksizin uyuyabildiklerindedir barış.

Barış, yemek kokusudur tüten akşamleyin; arabanın yolda durmasının korkutmadığı, kapı çalmasının dost demek olduğu ve pencereyi saat başı açmanın, renklerinin uzaktaki çanlarıyla gözlerimizin bayram etmesini sağlayan gökyüzü demek olduğu zamandır barış.

Barış, bir bardak sıcak süt ve bir kitaptır uyanan çocuk önünde.

Başaklar birbirine eğilip “İşte, ışık, ışık, ışık!” dedikleri ve ufuk çemberi ışıkla dolup taştığı zamandır barış.

Hapishaneler onarılıp kitaplıklar yapıldığı zaman, eşikten eşiğe bir türkü yükseldiği zaman geceleyin, cumartesi akşamları mahalle berberinden çıkan yeni tıraş olmuş bir işçi gibi baharda ay buluttan çıktığı zamandır barış.

Geçmiş gün, yitirilmiş bir gün olmadığı; sevinç yapraklarını akşamın içine salan bir kök ve kazanılmış bir gün, hak edilen bir uyku olduğu zaman, acıyı kovmak için zamanın dört bir bucağından güneşin hemen ayakkabılarını bağladığını duyduğun zamandır barış.

Barış, ışınlar demetidir yaz ovalarında; iyilik alfabesidir tanın dizlerinde “Kardeşim” dediğin -“Yarın kurcağız” dediğin zaman, kuracağız dediğimizi kurunca türkü söylediğimiz zamandır barış.

Ölüm yüreklerde az yer kapladığı ve güvenli parmaklarla mutluluğu gösterdiği zaman bacalar, ikindi vaktinin büyük karanfilini ozan ve proleter aynı şekilde kokladığı zamandır barış.

İnsanların sıkışan elleridir barış.
Dünyanın masasındaki ekmektir.

Gülümsemesidir annenin.

Budur yalnızca.

Başka bir şey değil barış.

Ve toprakta derin yarıklar açan sabahlar tek bir sözcük yazarlar: Barış. 

Başka bir şey değil. 

Barış.

Dizelerimin rayları üzerinde buğday ve güller yüklenmiş geleceğe doğru yol alan çuf çuf çuf bir trendir barış.

Kardeşlerim, barış içinde derin derin soluk alıyor tüm dünya bütün düşleriyle.

Verin elinizi kardeşlerim.

Barış budur işte!


Yannis Ritsos

(Çev: İoanna Kuçuradi & Özdemir İnce)

10 Kasım 2013 Pazar

9 Kasım 2013 Cumartesi

4 Kasım 2013 Pazartesi

29 Ekim 2013 Salı

Türkiye Cumhuriyeti 90 Yaşında

Cumhuriyetimizin 90. yılı kutlu olsun!


29 Ekim 2013
Anıtkabir, Ankara



26 Ekim 2013 Cumartesi

Garip Bir Düzen - 1

Şehirli, şehrin karmaşıklığında sıkışmış, telaşlarında bunalmış. Kaçacak sakin bir yer istiyor. Betonların arasında göremediği toprağı, yeşili, kuş seslerini, doğayı arıyor. Git gide doğallığını kaybeden sağlıksız besinlerden kurtulup organik meyve sebze üretmek; kendi bahçesini kurmak, kendi doğal ürünlerini üretmek istiyor. Şehirden kaçmak için bir yol arıyor...

Köylü, köydeki hayatın zorluğundan bıkmış; tarla, bahçe, hayvanlarla uğraşmaktan yorulmuş. Her şeyin çok daha pratik olduğu şehre gidebilmenin hayalini kuruyor. Kendi ürününü üretmenin zorluğu ağır basıyor, süpermarketten almayı tercih ediyor. Her gün hayvanlarla iç içe olmaktan bıkmış, insanlarla birlikte yaşamak istiyor artık. Köyden kaçmak için bir yol arıyor...

Gün geliyor, bir yol bulunuyor! Gayrimenkul ticareti yapan firmalar geliyorlar köye. Köylünün sahip olduğu tarlayı satın alıp parselliyor ve yarım dönümlük parçalar halinde şehirliye satıyorlar. Köylü memnun, tarlasının karşılığında aldığı para ile şehirden bir ev (belki bir gecekondu) satın alabilecek, artık şehre taşınıp hayalini kurduğu şehir hayatını sürebilecek! Şehirli memnun, ufak da olsa bir bahçesi var şimdi. Şehirden sıkıldığı an kendini köydeki bu bahçesine atabilecek. Kendini toprak işlerine verecek, meyvesini sebzesini yetiştirebilecek. Şehrin gürültüsünden, kirliliğinden uzak bu köyde, bu tarlanın ortasında kuş seslerini, kuzu melemelerini duyabilecek.

Köylü, kentin çarpıklığına katkıda bulunduğunun farkında olmayacak, şehirli ise tarla olarak ürün ekilmesi ve hem ülke ekonomisinde hem halkın temel gıda ihtiyaçlarının karşılanmasında büyük payı olan tarlaların bölük pörçük edilmesine sebep olduğunun...

Şehirli, yorucu bir mesai sonrası arabasına atlamış ıhlamur ağaçları diktiği bahçesine giderken yolda şehirden ev bakmaya giden köylü ile karşılaşacak. Birbirlerinden habersiz geçip gidecekler...

Selcan
26/10/2013
Ankara


   

24 Ekim 2013 Perşembe

3 Eylül 2013 Salı

1 Eylül 2013 Pazar

Barış


YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ
Mustafa Kemal ATATÜRK

#savaşahayır




30 Ağustos 2013 Cuma

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Zincirlerimizi Lozan’da kopardık


(...)

Lozan anlaşması, emperyalist ülkelere karşı verdiği inanılmaz savaşı kazanan bir ülkenin destanıdır. Dünya üzerindeki bütün emperyalist hesapları altüst etmiştir. Silahla 1922 yılında kazanılan zafer 24 Temmuz 1923’te Lozan’da diplomatik olarak taçlandırılmış, Türkiye’nin egemenliği bütün dünya tarafından kabul edilmiştir. Ortaya fakir ama başı dik bir devlet çıkarılmış, süreç Ankara’nın başkent oluşu, Cumhuriyet’in ilanı, halifeliğin kaldırılması ve devrimlerin birer birer yapılmasıyla akıp
gitmiştir.

Lozan’ın mimarı olan Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’yü burada bir kez daha saygı ve rahmetle anmayı görev biliyorum.

Emin Çölaşan
24/07/2013

http://sozcu.com.tr/2013/yazarlar/emin-colasan/zincirlerimizi-lozanda-kopardik.html


2 Temmuz 2013 Salı

Gittin Gideli



Öyle ağırım ki kendime
Sen benden gittin gideli...
Terim küs olmuş tenime
Sen benden gittin gideli!

Öyle bıkmışım ki kendimden;
Kurudum düştüm dalımdan!
Sanki ruhum çıktı canımdan
Sen benden gittin gideli...

Bir cefam vardı bin oldu;
Aktı gözüm yaşı sel oldu.
Yaz baharım döndü kış oldu;
Sen benden gitti gideli!..

Mazlum Çimen

Sivas'ta katledilen aydınların anısına...

   

14 Haziran 2013 Cuma

Sıfır

YANLIŞ: "Mahkeme kararı beklenecek, sonrasında halk oylaması yapılacak."
DOĞRU: "Gezi Parkı park olarak kalacak, oradaki ağaçlara dokunulmayacak."

YANLIŞ: "Şiddet uygulayan polisler hakkında soruşturma başlatılacak."
DOĞRU: "Şiddet uygulayan ve uygulanması yönünde talimat veren tüm yetkililer/sorumlular hakkında soruşturma başlatılacak."

YANLIŞ: "Gezi parkı, gezi parkı, gezi parkı"
DOĞRU: "İnsan, insan, insan"

YANLIŞ: "İstanbul Taksim'de polis şiddeti yoksa, sorun yok."
DOĞRU: "Taksim'de ve oradaki direnişçilere destek veren diğer tüm illerde polis şiddeti yoksa, sorun yok."

YANLIŞ: "Çapulcular zafer kazandı."
DOĞRU: "Günlerdir yönetime anlatılamayan, tepkinin bir parktan ibaret olmadığı, baskıcı yönetime karşı bir direniş olduğu hususu, bizzat Taksim'deki direnişçiler tarafından dahi anlaşılamadı."

SONUÇ: Otur, sıfır!


Selcan
14/06/2013

3 Haziran 2013 Pazartesi

Sesini Duyurmak

Böyle bir şey...
Oturamıyorsun yerinde. Kafanı gözünü yaracaklarını bile bile gitmek istiyorsun. "Biz"e katılmak, tepki göstermek, sesini duyurmak istiyorsun. Zaten haberleri izlerken de akıyor göz yaşları; varsın üzerimize sıkılan biber gazından, portakal gazından, sinek-böcek ilacından olsun!
Sabah uyandığında ilk iş, gelişmeleri takip etmek oluyor. Neler oldu gece boyunca? Kendine polisten bir ordu yaratan diktatörün zulmü devam etti mi?

Bu arada yine bir 3 Haziran... Yine Nazım...
Yine ülke kan revan içinde...
Ama hala...
Bu cehennem, bu cennet bizim!
Bu memleket bizim!

1 Haziran 2013 Cumartesi

19 Mayıs 2013 Pazar

Ey Türk Gençliği


Ey Türk gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. 

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir.

Mustafa Kemal ATATÜRK

12 Mayıs 2013 Pazar

Küs


İkipınar, Çubuk, Ankara
05.05.2013

 

7 Mayıs 2013 Salı

Üç Fidan


Bu iki kelime bıçak gibi…
Ne zaman duysam, burnumun direği sızlar…
Yere bakarım…
*
“Üç fidan…”
Ne çok anlamı var:
Bağımsızlık, özgürlük…
Emek, fabrikalar, tarlalar, işçiler, köylüler…
Baskı, zulüm, işkence, hücreler, dipçik, kelepçeler çelikten…
Darağacı, yağlı ilmik, idam sehpası…
Korkusuzluk, yiğitlik, yurtseverlik, memleket, vatan…
Gözyaşı, acı, ağıt, çığlık…
*
Ne çok şeyi çağrıştırıyor:
“Üç fidan…”
*
Ben yere bakarım…
Tüm anlamları yara yara, kenara ite ite, öne çıkıverir o duygu:
Devrimcinin yalnızlığı…
*
Bu millet kendisi için seve seve canını verenleri hep yalnız bıraktı…
41 yıl geçti aradan…
İdam sehpasına giderken “Türkiye’nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim… Bundan dolayı da ölümden korkmuyorum… Ve asacaksanız, ben kendimi 24 yaşında Türkiye’nin bağımsızlığına adadım” diyen üç fidanın asılmasının üzerinden…
Dön bak işte…
Neredesin a vatan?..
*
Başında çuval, emperyalizmin elinde beysbol sopası, yasak bayrak, sakıncalı bayramlar, silinen TC, Pensilvanya, cemaat mahkemeleri, teslim olmuş hukuk, elitlerin ihaneti, yamanmış medya, hücrelerde yurtseverler…
Medrese üniversite, aşağılanmış sanat, türbanlı devlet, imamlı eğitim…
Paramparça yurt…
Babasına yazmıştı mektubunda Deniz Gezmiş:
“Baba… Sana müteşekkirim… Kemalist düşüncelerle büyüttün beni…”
41 yıl geçti aradan….
Mustafa Kemal’e hakaret edenlere, büstlerini parçalayıp resimlerini, sözlerini silenlere ve onun kurduğu laik cumhuriyeti yıkanlara alkış tutan bir millet…
*
“Üç fidan…”
Ne çok şey anlatır…
Ama en çok anlattığı şey; fidanların yalnızlığıdır…
Özür dileyerek bir idam sandalyesine sarılıp ağlayasım gelir…
Yere bakarım…

Bekir Coşkun
Cumhuriyet
http://www.ilk-kursun.com/haber/145161

   

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Tarihle Yargılananlar



...
Biraz sonra asmaya götürecekler beni.
Biraz sonra dalımdan koparıp öldürecekler beni!
Hoşça kalın sevdiklerim; 
Dört mevsim, yedi kıta, mavi gök... 
Bütün doğa, hoşça kalın... 
Hoşça kalın sevdalılar, 
Çocuklar, üniversiteliler, genç kızlar, 
Sonsuz uzay, gezegenler ve yıldızlar, 
Hoşça kalın!.. 
Hoşça kalın senfoniler, oyun havaları, 
Sevda türküleri ve şiirler. 
Bildirilerimizin ve seslerimizin yankılandığı şehirler... 
Dağlarında yürüdüğümüz toprak, 
Yalınayak eylem adımlarıyla geçtiğimiz nehirler, hoşça kalın! 
Hoşça kalın ağız tatlarım; 
Sıcak çorbam, çayım, sigaram... 
Havalandırma sıram, banyo sıram, kelepçe sıram... 
Parkamı, kazağımı, eldivenlerimi, ayakkabılarımı
Ve kalemimi 
Ve saatimi 
Ve kavgamı bıraktığım sevgili dostlar
Hoşça kalın, hoşça kalın...
...

Ahmet Kaya
Beni Tarihle Yargıla



5 Mayıs 2013 Pazar

2 Mayıs 2013 Perşembe

Tarım


Tarım
23.04.2013
Ankara - Çubuk - İkipınar Köyü


 

23 Nisan 2013 Salı

23 Nisan


ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI
KUTLU OLSUN!


  

21 Mart 2013 Perşembe

Aşık Veysel


Veysel Şatıroğlu
25 Ekim 1894-21 Mart 1973

Televizyonun olmadığı dönemde Veysel, sesini diyar diyar gezerek var gücüyle türkülerini söyleyerek duyuruyordu. Aşık Veysel, artık ünleniyordu. Dönemin İstanbul Radyo Müdürü Mesut Cemil Bey, bir tanıdığının tavsiyesi ile Veysel’i radyoya davet etti. Akşamki programı sofrada radyodan dinleyen Mustafa Kemal Atatürk, ‘Bu aşığı bulun, getirin’ dedi. Ancak tüm aramalarına rağmen Aşık Veysel bulunamadı.

Aşık Veysel ertesi gün bu olayı duyunca çok üzüldü ve hemen radyoya koştu. Mesut Cemil Bey, Aşık Veysel'e bir mektup verdi ve bunu Atatürk'ün yaverine vermesini söyledi. Ancak Dolmabahçe'ye kadar giden Veysel, Atatürk’ün yaverini geçip Paşa ile tanışma şerefine erişemedi.

Ve Türkiye’nin en büyük ozanı; sevginin, birliğin, beraberliğin en büyük destekçisi Aşık Veysel, 21 Mart 1973 yılında hayatını kaybetti. Ata’sına hasret, acılarıyla ve sanatıyla aramızdan ayrıldı.

Kaynak: http://fotogaleri.ntvmsnbc.com/aramizdan-ayrilali-40-yil-oldu.html?position=1

18 Mart 2013 Pazartesi

Çanakkale Geçilmez

"Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir.” 

Mustafa Kemal ATATÜRK

16 Şubat 2013 Cumartesi

İyileşmeye Hazır

Tedaviler fayda etmedi; çünkü ben hazır değildim düzelmeye, iyileşmeye. Duygusal bir kuyu kazdım kendime. Yeterince derin olduğuna inandığım noktada kazmayı bırakıp içine girdim. Haftalar, aylar kuyuda geçti. Kendime acıdıkça daha çok battım dibe. Dipte olduğuma inandıkça daha çok acıyasım geldi kendime. 
Dip soğuk, dip sağır, dip bir girdap çektikçe içine alan. Ne zaman, nasıl indim acaba oraya, anlamadım. Anlamaya da çalışmadım. Çıkmak gelmedi içimden. Kalmak daha kolaydı. Devinmek, debelenmek, uğraşmak bile ağırdı.
Bir labirent depresyon dedikleri, çıkış yollarını bulsan dahi yürümek istemediğin. Buralara kadar gelirken kaybolmayayım diye yol boyu serpiştirdiğim ekmek kırıntıları vardı. Hepsini evham kuşları yedi kıtır kıtır. Geri dönemedim. Etrafıma umutsuzluktan perdeler çekip üzerime endişeden battaniyeler ördüm. Alabildiğine kabuklandım, saklandım. Sevdiklerime bile tahammül edemez hale geldim.

Elif Şafak
Siyah Süt



31 Ocak 2013 Perşembe

Toz Tanesi

Akşamın karanlığında beni eve götüren servisten iniyorum. Hava yağmurlu. Anlamsız şekilde trafik yoğun. Alt tarafı 2 şeritlik bir yoldan karşıya geçeceğim. Kimse yol vermiyor. Neden sonra ilk şeridi geçiyorum; ama ikinci şeritte yolun ortasında kalıyorum. Zira metro çalışmaları yüzünden karşıya geçeceğim yolu beton bariyerlerle kapatmışlar. Öyle sıkı koymuşlar ki bariyerleri, aralarından ben bile geçemiyorum. Mecburen tek aralık olan kısma doğru koşmaya başlıyorum. Yağmur yağıyor. Karanlık. Yerler çamur. Ve arkamdan büyük bir aracın geldiğini görüyorum göz ucumdan. Dönüp bakacak vaktim yok, araç ne korna çalıyor ne yavaşlıyor. Sadece ben önde koşuyorum, o  arkadan -sanki beni ezmek için hınçlanmış gibi- hızla geliyor. Ayağımda topuklu ayakkabı. Elimde poşetler. Araç geliyor, ben koşuyorum. Çarpacağı aklımdan bile geçmiyor, küfür yemeden şu yoldan kurtulma derdindeyim. Ve o anda sırtımdan biri sertçe ittiriyor sanki. Aklımdan geçen şey: "Anaaa, harbi vurdu lan! Herhalde şimdi de üstümden geçecek..." Nasıl ya? Onca insanın arasında, o kalabalıkta... Alt tarafı işten çıkmış, akşamın bir vakti evine gitmek için karşıya geçmek isteyen, hatta bunun için yol verilmesi gerekirken korna yememek için yol ortasında koşan biriyim. Diz üstü yere kapaklanıyorum. İnsanlar doluşuyor bir anda başıma. Hiçbirinin yüzünü hatırlamıyorum. Baktığımı bile hatırlamıyorum. Mal mal elime bakıyorum. Halbuki elimde bir şey yok. Dizim yaralı. Çorabım yırtıldı. Elimdeki poşet düştü. Üstüm başım çamur içinde kaldı. "Plakasını alsaydınız." diyorum bana yardıma gelenlere. Alamadılar tabi, o trafikte bastı gitti adam. Zaten karanlık, yağmur yağıyor. "Ama plaka..." Mal mal elime bakmaya devam ediyorum. Neden sonra hala yerde oturduğumu fark ediyorum. İnsanların yardımıyla yerden kalkıyorum. "Plakasını alsaydınız iyiydi be..." Her şeye rağmen hala var olan yardımsever insanlar, iyi olup olmadığımı soruyorlar. Ağrım var mı, nasıl hissediyorum, yürüyebiliyor muyum... Bir süre daha mal mal elime baktıktan sonra "Neyse, gideyim artık." diyorum. Evim yakın zaten. "Dikkatli git, aman yavaş." diye tembihliyor beni anaç kadın. 
Eve geliyorum. Kapıyı açıyorum, içeri giriyorum. Ve o anda hıçkırıklar sarıyor. "Bu ne lan? Ne biçim memleket lan burası? Göz göre göre çarpıp nasıl olur da hiçbir şey olmamış gibi sktirip gider bu aracın sürücüsü?" Ve bir acizlik hissi kaplıyor benliğimi. O kadar zavallıyız ki bu dünyada; bir toz zerresi kadarız. İşte adam çarptı, durup bakmaya bile gerek görmedi. O kadar önemsiziz ki... O anda tesadüfen sola doğru düşmesem üstümden de geçecek belki. Kasis var diye mi düşünecek o zaman o g.t herif? Acır mıydı acaba üstümden araba geçse? Belki de tekere yapışır kilometrelerce sürüklenirdim arabanın altında, kim bilir? Ama işte, bu memlekette insan hayatı o kadar ucuz ki; biz o kadar zavallıyız ki; o kadar küçük bir toz tanesiyiz ki...
Koca evrende bir toz tanesi...

Selcan
28/01/2013
Ankara
  


5 Ocak 2013 Cumartesi

Bahar Sürgünleri

... yaşadığım hayatı yeniden düşünüyordum... Bu hayatta zehirleyici yalnızlıklar, hiç ummadığınız anda gelen sıcak dostluklardan daha çoktu; şiddet ve yıkım arzusu, dayanışma duygusu ve barış isteğinden daha çoktu; düş kırıklıkları, insanın içini ansızın sevinçle dolduran büyüleyici sürprizlerden daha çoktu. Ama yine de hayatta hiç ölmeyen bir şeyler vardı. Tıpkı bahar sürgünleri gibi; yaprakları dökülüp dalları kurusa da kökleri hep canlı, hep dipdiri kalan ve her baharda yeniden açan bahar sürgünleri gibi...

Bu direnişe inanmak zorundaydım...

Cezmi ERSÖZ
Yol Öyküleri




3 Ocak 2013 Perşembe

Doğduğum Gün

Dün doğum günümdü. Günler geçse de birer birer, yaşımı bulmak için içinde bulunduğumuz yıldan doğduğum yılı çıkarınca kalan sayının bir anda değişivermesi garip şey doğrusu...

Doğum günüm bitti. Ve ben bugün, doğum günü çocuğu olmaya en uzak kişiyim... 

Selcan 
03/01/2013 
Ankara