22 Ekim 2007 Pazartesi

Bir Halk Düşmanı


Bir kent... Ekonomisinde avunacağı tek şey, kurulu kaplıca tesisleri... Yerel yönetimin başındakiler, kaplıca yönetiminin de başında... Herkes halinden memnun, soru sormadan yaşayıp giderken...

Bir adam... Doktor... Yıllarca yurtdışında yaşadıktan sonra çok sevdiği vatanına dönmüş, vatanı için bir şeyler yapabilmenin mutluluğunda...
Gün gelir, bu kentteki bu adam, laboratuvara gönderdiği kaplıca suyu numunelerinin sonucunu da içeren bir mektup alır ve o andan itibaren herkesin düzeni bozulur. Zira gelen raporda, ekonominin temeli olan kaplıcaların mikrop yuvası olduğu, derhal kapatılıp temizlenmesi ve gelen suyun başka su yollarına aktarılarak kaplıcaya ulaştırılması gerektiği yazmaktadır. Böylesine önemli sonuçlara ulaşan doktor, insanların sağlıklarını koruyabilecek olmanın mutluluğu içinde, gazetede yayınlanmak üzere makaleler yazmaya koyulur.


Başka kendini “özgür” olarak nitelendiren basın, resmi sonuçları gördükten sonra tüm dayatmalara karşı koyarak haberi yayımlayacağının sözünü verir. Dahası, laboratuvar sonuçlarının ciddiyetini duyan küçük burjuva kesim de doktoru sonuna kadar destekleyeceğini söyler. En önemlisi ise, halkın kendisine destek olacağına, onların desteği olduktan sonra sırtının yere gelmeyeceğine inanır bizim doktor! Ancak, aynı zamanda kaplıca yönetim kurulu başkanı olan ağabeyinin tepkisiyle karşılaşmasıyla başlar sıkıntılar...

Ağabeyine göre kaplıca, insan sağlığını tehdit eden bir ortam değildir. Zaten olmuş olsa bile, o kaplıcayı doktorun dediği gibi yeniden düzenlemek en az iki yıl sürecektir. 2 yıl boyunca kapalı kalacak olan kaplıcanın vazgeçilen gelirinin yanısıra, tüm bu masraflar için de ek bir gelir kaynağı bulmak gerekir. Üretmeye alışık olmayan bu tür toplumlarda tabii ki akla ilk gelen kaynak vergidir. Yerel yönetimin de başında bulunan ağabeyi, vergi konusunu, halkı kardeşine karşı kışkırtarak onu yolundan caydırmada kullanır. Para kimdeyse güçlünün o olduğu ve güçlünün haklı sayıldığı bir düzende ağabeyine ve onu güçlendiren o sisteme karşı mücadele vermek ne zor bir seçimdir doktor için!Ailesi bile başta kararsızdır, henüz çok küçük olan çocukları için geri atmasının daha iyi olacağını düşünürler. Ancak doktor, ısrarla ne istediğini soran ailesine, “Oğullarım büyüyüp özgür insanlar olduğunda onların yüzüne bakabilmek istiyorum.” der. Bu da doktorun doğru bildiğini savunmada kararlılığını gösterir. Zaten haklıyı seçmedikten, doğru yolda ilerlemedikten sonra, geri kalanın ne önemli var?! Sonradan ikna olur ailesi, bir de baştan beri destekleyen Kaptan vardır yanında doktorun, bu zor yolda...

Peki ya medya, “özgür” basın nasıl olup da desteğini çeker, nasıl olur da misyonunu bu kadar çabuk unutur? Cevabı basit aslında: çünkü gazeteyi para babaları yönetir. Neyin haber olacağına onlar karar verir! Ayrıca doktorun savunduğunun aksine, insanlar sadece alıştığı, bildiği, anlayabildiği şeyler görmek ister medyada! Kimsenin yeni fikirlere ihtiyacı yoktur!!

Ya burjuva kesim, ya o arkasındaki “etkin çoğunluk”? onlar sadece küçük çıkarlar peşinde koşarlar. Başta, güçlüye başkaldırmak çok cazip bir “varoluş nedeni” iken, sonradan çıkarlarının zarar gördüğünü fark edip desteklerini çekerler. Öyle bir düzendir ki bu; çıkarlar hep iç içedir. Birine dokunursan diğerinin de canı yanar. Birini kurcalarsan hepsi irkilir!

Hadi onlar tamam, çıkarları uğruna doğruyu görmezden gelmeyi tercih ediyorlar; ama halkın –bu çürümüş temeller üzerine kurulu ülkenin bu halkının- doktoru dinlememesi, haklının değil güçlünün yanında yer alması çok çarpıcıdır! Ek vergi konacağını duyan halk, raporun içeriğini bile dinlemez artık. Ne kadar kötü şartlarda yaşadıklarının bilincinde olmayan, daha iyi hak ettiğini düşünemeyecek kadar dar fikirli olan halk, basın toplantısında bile konuşmasına izin vermez doktorun. Bilmeye, öğrenmeye, hatta dinlemeye bile tahammülleri yoktur! Böylece, desteğini alacağı etkin çoğunluğun da aslında hiçbir etkinliğinin olmadığını anlar artık doktor...

Çoğunluk her zaman haklıdır diye bas bas bağırsa da güçlüler, biz -hala doğruları için savaşan bir avuç onurlu insan- biliriz aslında dünyanın her yerinde çoğunlukta olan aptalların her zaman haklı olmadığını!! “Halkın kendi kendini yönetebildiğine inanmak isterdim.” der doktor sonunda. Üzülerek fark eder ki; galeyana gelip evini taşlayan o halkın çok azı gerçek taş atmıştır. İnsanlar, öfkelerinde, tepkilerinde bile göstermelik davranmaya başlamıştır; şiddetleri bile riyakardır!

Yine de gerçek dostlar, güçlü karşısında hala haklıyı savunabilen Kaptan Hoster gibi insanlar olduğunu bilmek, pes edeceği günü erteletir insana!

---

Oyun, “biraz daha canlı olsaydı keşke.” dedirten ilk yarısından sonra ikinci perdesiyle seyirciyi içine çekiveriyor. Ayrıca, oyuncuların çok hızlı konuştuğu kısımlarda izleyici tüm dikkatini sözcükleri anlamaya veriyor ve ne dendiğini anlamaya çaba sarf etmekten söylenenin bütünlüğünü kaçırıyor. Ancak bu tür sıkıntıların, oyunun prömiyerinin bir hafta önce yapıldığını da gözönünde bulundurarak, oyuncular oyuna ısındıkça zamanla aşılacağına inanıyorum.

“İnsanın kendi öz ülkesi için bir şeyler yapabilmesi ne güzel!” diyen bir insanın, çıkar çatışmaları sonucunda “halk düşmanı” ilan edilmesine kadar giden, günümüz sıkıntılarını da yansıtan güzel bir oyun Bir Halk Düşmanı.

Harcadığıız vakte değdiğini göreceksiniz!!

Selcan

Ankara
Ekim 2007

20 Ekim 2007 Cumartesi

Arkadaş kaybetmek

Bir arkadaşını kaybetmenin en kestirme yolu, ona aşık olmaktır...

O yüzden hayatında hep yer almasını istediğin birine sakın ola ki aşık olma!

Selcan
19/10/2007

17 Ekim 2007 Çarşamba

15 Ekim 2007 Pazartesi

Bensiz

Öldükten sonra dünyada kalanları görmüyoruzdur umarım...
Ardından hayatın, sanki hiç varolmamışsın gibi bir umarsızlıkla devam ettiğini görmek, sensiz de yaşanabileceğini görmek çok acı!!

Ne uğrunaydı peki o sıkıntılar? Geriye bir adım bile kalmayacaksa ne içindi?

Selcan
15/10/07

3 Ekim 2007 Çarşamba

1 Ekim 2007 Pazartesi

Eylül Geçmiş


Beni çoktan aştı bu acı;
Geçti gözümden bin resim.
Oturup düşünüyorum,
Darbelerin tozunu!

Yaşadım, diyorum ya ben sana!
Birikiyor umutlarım...
Kaldı tortuları,
En güzel anıların...

Eylül geçmiş kapımızdan;
Süpürmüş kalıntılarını ışıkların.
O güneş parlıyor hala;
Ay yine bizim!