23 Şubat 2009 Pazartesi

Cümle Mühendisi

Rehavet çöker, omuzlarımın üzeri dolu.
Yok yok yolu,
Kaçışın sonu,
Meçhul kim?
Ben ben!..
Pusuları kuran başarısız it,
Sen sen!..
Beat savaşında komutan Sago!
Yen yen,
Egolarını isimsiz bilmiş.
Yerden göğe kadar haklı bu aşmış.
Zaten bıkmış
Ve sıkılmışım içten!
Aslen,
Okuduğum zırvalar hep den den!
Yeniden,
Başa dön.
Yeni gün, eski sen sen.
Konu aç, yaz dur, karala, yuhala haybeden.
Seslen ahaline, yalanlarla keklen.
Bir delinin laflarıyla beyninden hacklen.
Kes len!..
Kaçınız Sago'nun dostu tanışı?
Hilen bulaşıcı,
Palavran komik aşırı.
Halen neyin savaşında şehit verirsin?
Ruhen yaralı adama mı işkencen?
Resmen övgü budalasısın, maskara!
İğnen anca sana batar, için kapkara.
Demlen, ol, dol bardağına cidden.
Benden 2-4'lük duyduğunda dertlen!..

Ben cümle mühendisi,
Sen kaçak avcı.
O, benciliyete yenik düşmüş ısrarkeş.
Biz bu yolda rehber,
Siz peşimden takip.
Onlar pusuda sinik gayretkeş.

Beş para etmez, incilerin döksen,
Leş yer, akbabaların hepsi kalleş.
Zarlarım şeş-beş, çekme bana peşkeş!
Eş sözümün anlamını, deş kulağını!..

Bo bo bomm!..
Tanımadıklarım neden hain?
Dom dom kurşunu savuracak kadar kin.
Tin tin tinimini hanımlar mı rapçi?
Kop kop rhyme'ların kopya from zenci!..
Banlan!..
Benim yerin garantisi var lan!..
Derman kalmayana dek çabala kaptan.
Otlan!..
Geçin üzerimden, ye bu kaptan.
Poh pohladığınız rapler bana göre boktan.
Azman azmasın çok korktum aman ha!
Sallan!..
Deparımın hızı, tozu kaldır!..
Kafküf, içine çek tozumu ve öksür!..
Kafkef, yum gözü, vur sözü!..
Sansüüüürrrr!!!!!!!!
Yeahh yeahh tercümanım hani?
Lucadris'den çal çırp, orjinalin hani?
Back vokale saklanma öne gel hadi!..
Kan kardeşin bonibon 1, panzerin hani?
Ce ve za, barış adına sahneye çıksın.
Ke ve za, peace geveleyip diss çaksın.
Bo ve ra, kendini fasülyeden sansın.
Sahtokârın diss telleri ellerimde kalsın.

Ben cümle mühendisi,
Sen kaçak avcı.
O, benciliyete yenik düşmüş ısrarkeş.
Biz bu yolda rehber,
Siz peşimden takip.
Onlar pusuda sinik gayretkeş.

Beş para etmez, incilerin döksen,
Leş yer, akbabaların hepsi kalleş.
Zarlarım şeş-beş, çekme bana peşkeş!
Eş sözümün anlamını, deş kulağını!..

Sago


20 Şubat 2009 Cuma

18 Şubat 2009 Çarşamba

Öl Baktay!

İranlı bir yönetmenin Afganistan'da çektiği bir sinema filmi: Utanç... Özgün ismiyle "Buda Utancından Yıkıldı".

Okumak isteyen, okula gidip komik hikayeler öğrenmek isteyen küçük bir kız çocuğu Baktay. Ekonomik sıkıntıları, "taş atmacılık" oynarken önünü kesen çocukları, nice engelleri aşıp okula ulaşır. Filmin sonunda, eve dönüş yolunda çocuklar bu kez "savaşçılık" oynarken önünü keserler Baktay ile komşu oğlu Abbas'ın.

Oyunun adı, savaşçılık; oyuncaklar, silah gibi doğrultulmuş dallar; roller, bir tarafta "Amerikalı" silahlı çocuklar, diğer tarafta "terörist" Baktay ve Abbas.

"Pis teröristler! Biz Amerikalıyız, teslim olun! Teröristsiniz siz!"
Abbas, oyunun kuralını bilir: ellerini kaldırarak teslim olur, silahlar ateşlenir ve kendini yere bırakarak ölür Abbas...

Sıra Baktay'da... Ama oynamak istemez Baktay, kaçar yanlarından: "Ben savaşçılık oynamak istemiyorum!"
Bırakmaz "Amerikalı" çocuklar, teslim ol diye bağırarak koşarlar peşinden. Abbas da bağırır arkasından: "Öl Baktay! Ölmeden özgür kalamazsın!"


Bu düzende, bu dünyada ancak ölerek özgür olabilirsin.

Öl Baktay! Ölmeden özgür kalamazsın!..

Selcan

Meçhule Giden


Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol...

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar, gözleri nemli.

Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu;
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu...

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilinmez ki giden sevgililer dönmeyecekler!

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden;
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden...

Yahya Kemal Beyatlı



13 Şubat 2009 Cuma

Yağmur

Zamanı çoktan geçti bazı şeylerin...
Öğrendim, ne kadar acı verdi bilemezsin!
Neler neler bitti, kimler için?
Ne savaşlar, ne canlar verildi!..

Meğer ne zor şeymiş geçirmek günleri, geceleri
Sormadan saati kimseye, kimselere...
Nerelerden döner yürek, anladım!
Kimlerle, aynı mekanda, aynı yatakta...

Yağmur dindi,
Biraz ıslak kaldı kalbim, sol yanım!..
Zemheri geceler düşer yatağıma!

Söz yok, yemin yok...
Sessizce geçecek yanımdan yüzün;
Omzumda başının izi!

Küsme, üzülme...
Bu son olsun, yitirdiğim son umut!
İyi ki doğdun ey kalbim; onu da unut...

Keremcem

10 Şubat 2009 Salı

Tek Tip

Önce standartlaştırmaya çalıştılar her şeyi. Çeşitliliği azalttılar. Farklılıkları törpülediler...

Giysilerde bedenleri S, M, L diye üç çeşitle sınırladılar. Çözünebilir kahveleri, şekeri, kahvesi ve beyazlatıcısı önceden belirli oranlarda sundular.

Ara renkleri yok ettiler! Her şeyi ana renklerle anlatmaya kalkıştılar...

Ama sonra yetmez oldu bu kadar daraltılmış seçenekler... İnsanların üç beden büyüklüğüne indirgenemeyecek kadar çok çeşitli olduğunu anladılar. Kahvesini farklı karışım oranlarında seven insanlar olduğunu gördüler...
Ve genişlettiler seçenekleri! XS ve XL geldi önce. Şekersiz kahve karışımları geldi... Fakat o da yetmedi. XXS, XXL, hatta 3XL var artık hayatımızda. Kahve sevenler için bol kahveli, kremalı sevenler için bol kremalı karışımlar var...

Önce tek tipleştirmeye çalıştılar; sonra sığdıramadılar insanları o kadar az yaftaya!
Mümkün müydü sanki, herkesin birbirinden bu kadar farklı olduğu bir dünyada, listelemek insanları bu kadar sınırlı başlıklar altında?!..

11.11.08
Ankara


8 Şubat 2009 Pazar

Eşik


24/01/2009
Altındağ Tiyatrosu

Olanakları gitgide kısıtlanan kırsal kesim yaşamından kopup
kente göçmüş bir ailenin kentleşme sürecinde atlamaya çalıştığı
psikolojik, kültürel, ekonomik eşikteki çırpınışı.
Nasıl bir gidiş? Çözüme mi? Soruna mı?
Her ikisine de...


Halil: "Uzakta görünen şehrin ışıklarına bakar, derin derin düşünürdüm. Giderek çoğalıyorduk... Topraklar artık yetmeyecekti... Otlaklar git gide daralıyor, çoraklaşıyordu. Bir gün bizim de ışıklı şehre taşınacağımızı kurardım içten içe. Çocuklarımız okula gidebilsin, hastalarımız doktor bulabilsin, ailem rahat edebilsin diye. Sanki ışıklı bir masal ülkesiydi şehir. O ışıklarda bizim de hissemiz var diye düşünürdüm..."

Derken şehre taşır evini Halil. Ancak şehirden, köydeyken hayal ettiği şekilde faydalanamazlar. Hastalarımız doktor bulabilsin derken, hasta oğlu Mıstık'ı doktora götürmek aklına gelmez. Kızını okutamamıştır; tek umutları, tıp fakültesini kazanan büyük oğullarının okuyup doktor olmasıdır. Ancak kendini ticarete kaptıran Halil, oğluna göndermesi gereken harçlığı kıstıkça kısar. Sonunda oğlu parasızlıktan, imkansızlıktan okulu bırakmak zorunda kalır. Ancak eve geldiğinde, kendisine gönderilmeyen paranın "ele güne ayıp olmasın diye" eve alınan mobilyalara yatırıldığını görür. Öyle ya, onların neyi eksiktir, herkeste olan mobilyalardan onlarda neden olmasın? Böylece, sedirden koltuğa, kilerden buzdolabına, kilimden halılara geçiş ile şehir yaşantısına adapte olma aşması bir nebze de olsa tamamlanmıştır. Zaten taksitle satılınca Halil'in gözünde büyümemiş, almış gelmiştir. Ancak, oğlunun okul harçlığından kesilip taksitle satın alınan eşyalar yüzünden oğul büyük şehirde yapamamıştır. Babasının gönderdiği para hiçbir şeye yetmemiştir. Defter yok, kitap yok... Birinden borç alıp diğerine ödeyerek geçinmeye çalışan Kerem gittiği yerde, yedikleri, giydikleri, güldükleri, hatta gülüşleri bile farklı insanlar arasında kendine bir yer bulamamıştır. Sonunda yapamamış, pes etmiş ve okulu bırakarak evine dönmüştür. Yani çocukları okula gidebilsin diye şehre taşınan baba, şehrin koşturmacası içinde oğlunun eğitimini de sağlayamamıştır.

Taşı, toprağı altın diye gelinen büyük şehir, aileye hiçbir şey verememiştir.

"İnsan ömrünün, çocukluk, gençlik, olgunluk, yaşlılık gibi birbirini izleyen aşamalardan oluştuğu hep söylenir de, bu aşamalar arasındaki eşikler genellikle göz ardı edilir. Bir de ilk aşk, ilk eş, ilk iş, kadınlığa geçiş, erkekliğe geçiş ya da bunları ardında bırakmak zorunda kalış gibi gibi büyük eşikler vardır hayatımızda. Bizi derinden etkileyen, sarsan, aşıp aşmamakta kararsız kaldığımız, tedirgin olduğumuz eşiklerdir bunlar. Aştığımız ya da aşamadığımız eşikler ruhumuza, bedenimize, belleğimize derin izlerle kazınır." diyor oyunun yazarı Hasan Erkek.

Bu eşikten aşarken tökezler Halil'in ailesi. O aile ki; törelerin bireysel özgürlüğü kısıtlayıcı baskısından kurtulmuştur. Ana-babasına karşı çıkıp şehre taşınan Halil, gönlü olmadığı için kızının köyde bekleyen nişanlısıyla nişanını bozmuştur. Yine de kent düzenine uyum sağlamaları çok zordur. Yeterince "güçlü" olmayanların köyle kent arasındaki zorlu "eşik"ten geçmesi olanaksızdır. Anne babanın yaşadığı bocalamanın yanı sıra, evin genç kızı da kent düzeninde insanların riyakarlığıyla, aldatmalarıyla karşılaşır. Gönlünü kaptırdığı kentli bir zamparanın aşk oyuncağı oluverir. Sevmediği nişanlısından ayrılarak baskıcı köy ortamından kurtardığı kadın kimliğini, yolunu yordamını henüz öğrenemediği kent ortamında kurban eder.

Oyun hakkında, Prof Dr. Ayşegül Yüksel, "Hasan Erkek, benzetmeci-gerçekçi biçimde yazdığı bu oyunu karakter çözümlemesinden çok, "durum"u açımlayan açık göstergeler doğrultusunda biçimlendirmiş. Aile içinde yaşananların yalnızca bireylerden birinin ya da ikisinin yanlışlarından kaynaklandığını, zorlu bir psikolojik-kültürel-ekonomik geçiş süreci içinde doğruların saptanmasının ne kadar güç, bilinmezlerin ne kadar çok, sorunların ne denli çeşitli olduğunu göstermek istercesine...." diyor.
Oyun sonunda düşünmeden edemiyor insan: Taş yerinde ağır. Köyün o saf, duru kişilikleri şehrin riyakarlığında tutunamıyor, eziliyor, yok ediliyor. İnsanları köyden şehre göç ettirmek yerine şehir hayatının kolaylıklarını köye taşımak gerekir belki. Belki de taşımamak... Köyü köy yapan, ordaki insanları bu kadar diri, bu kadar paylaşımcı, bu kadar iyi niyetli, saf yapan belki de köy hayatının sadeliğidir, doğallığıdır.

Klasik bir konu olmasına rağmen hala günümüzün bir sorunu olmaya devam eden bir olguyu yansıtan güzel bir oyun Eşik...

Hayatlarımızdaki eşiklerden kolaylıkla aşabilmek dileğiyle...

Ocak 2009
          
      

7 Şubat 2009 Cumartesi

Yabancı

Hiçbirimiz şu içinde yaşadığımız toprağa göre değiliz. Şeytan girmiş bir kere içinize, ruhunuza aklın ışığı düşmüş. Artık yabancısınız, ne yaparsanız yapın yabancısınız. Yaşadığınız dünya ile ruhunuz arasında uyuşmazlık var. Ya dünyayı değiştireceksiniz ya da dışarda kalacaksınız!

Cevdet Bey ve Oğulları
Orhan Pamuk
  
  

6 Şubat 2009 Cuma

Geldin

Geldin... Öyle güzeldi ki gelişin...
Habersiz...Umutsuz...Yalnız...Üzgünken ben... Çıktın geldin işte!

Sana öyle ihtiyacım vardı ki yaşadığım iki büyük hayalkırıklığından sonra! Seni görmeye, seninle vakit geçirmeye, sana dokunmaya öyle ihtiyacım vardı ki... Çok şeyi bırakıp geldiğini bildiğim halde, seni zora soktuğunu bildiğim halde, iyi ki geldin...

Gelmeseydin daha az sevmezdim seni; bırakmazdım. Sadece boynum bükük kalırdı, içim buruk olurdu hep.
Ama geldin işte! Çıktın geldin...

04.01.2009
Ankara

Find My Love


cats are crying
gates are slamming
the wind is howling 'round the house tonight

i'm as lonely as a boat out on the sea
when the night is black and the tide is high

oh
on nights like these i feel like falling to my knees

i feel like calling: heaven
please

find my love
find my love
find my love
find my love

i turn the dial on my radio trying to find an all night station
i want to hear a song i know
a song about my situation

oh
on nights like these i feel like falling to my knees

i feel like calling: heaven
please

find my love
find my love
find my love
find my love

somewhere out there
there must be a boy for this girl
could be anywhere
could be next door
or the other side of the world

call up my radio
give them my number
tell them to put it out on the air

there must be someone
there must be someone like me
sitting lonely as a boat out there

oh
on nights like these i feel like falling to my knees

i feel like calling: heaven
please

find my love
find my love
find my love
find my love




Suçlu Yürekler


03/01/2009

"İnsanı yalnızlığa iten ve kaybolan Amerikan ideallerini, uzunca bir süredir birbirinden ayrı ayrı yaşayıp hiçbir anlamda birbirine benzemeyen; fakat en küçük kız kardeşin cinayete teşebbüsü nedeniyle bir araya gelen ve sürekli birbiriyle rekabet eden üç kız kardeşin beklenmedik buluşmalarını ve onların fırtınalı geçmişlerini resmederek vurgulayan Plutzer, Golden Globes, New York, Film Critics Circle Awards gibi pek çok ödül kazanmış, Diane Keaton, Jessica Lange, Sissy Spacek' in oynadığı film versiyonuyla 3 dalda Oscar' a aday olmuş tatlı sert bir komedrama.

Aile birlik ve beraberliğinin giderek yok olmaya yüz tuttuğu günümüz dünyasında aradığımız güven ve sevginin sadece aile ortamında bulunabileceğini ifade etmesi açısından da ayrı bir önem taşıyor."


Lennie, Meg ve Babe, yıllardır birbirinden kopuk yaşayan üç kız kardeştir. Babalarının evi terk edişinin, annelerinin intihar edişinin öfke ve üzüntüsünü hala içlerinde yaşamaktadırlar.

Kardeşlerin en büyüğü Lennie, hayatını büyükbabasına adamış, kendisine dayatılan kurallara boyun eğmiş, mutluluğu hiç tadamamış, kendine güvensiz bir bireydir. Ortanca kardeş Meg ise şarkıcı olmak amacıyla küçük yaşta evden ayrılmış, ailesinden ayırdığı yolunda başarısızlıklarla karşılaşsa da pes etmemiş, hayata karşı sert ve bağımsız duruşundan ödün vermemiş çekici bir kadındır. Oyunun özünde, bu üç kardeşi yıllar sonra bir araya getiren Babe ise çok genç yaşta evlenmiş, kocasının saldırgan ve küfürbaz biri olmasına rağmen ona katlanmış; ancak sabrının tükendiği noktada sudan bir bahane ile kocasını öldürmeye teşebbüs etmiş, işi deliliğe vurmuş biridir.

Birbirine hiç benzemeyen bu üç kızkardeş, yıllar sonra bir araya geldiklerinde, yıllardır içlerini kemiren şeyleri de anlatırlar birbirlerine. Sırlar ortaya dökülür, kırgınlıklar anlatılır, kalpler onarılır...

Kardeşler arasında şu konuşma çok çarpıcıdır:
- Annemin neden kediyi de astığını anladım. Yalnız ölmek istemiyordu. Gideceği yerde yalnız olmak istemedi. Burda hep yalnızdı, orda yalnız kalmak istemedi. Yoksa kedileri sevmediğinden değil! Annem kedileri çok severdi...
Ben annem gibi olmayacağım; çünkü ben yalnız değilim!..
- Değilsin tabi tatlım. Biz varız!..


Ne kadar farklı olursa olsun, kardeşler arasında hep var sanırım bu duygu. İnsanın dönüp dolaşıp geleceği yer ailesi oluyor her zaman. Herkes bir gün çekip gidiyor hayatından; bir tek ailesi kalıyor... Tüm hataları, tüm başarısızlıkları, yüzüstü bırakmalarına rağmen, bir tek ailesi affediyor insanı. Günün sonunda, bir tek ailesi kalıyor yanında...
Oyunda, karakterlerin rollerine bu denli iyi bürünmeleri beni çok etkiledi. Kendine güveni olmayan, umutsuz Lennie'nin yürüyüşlerindeki çekingenlik, bakışlarındaki mutsuzluk... Hayatta dik durmaya çalışan, hayalkırıklıklarını bile kendi başına atlatmaya çalışmış Meg'in tok sesi, dik oturuşu, kendinden emin yürüyüşü... Ve mutsuz evliliğinden kurtulmak için başka çaresi olmadığına inanmış Babe'in, yaşadığı hayatın canına tak etmesiyle gelen boşvermişlik ile çaresizlik arası gelgitleri, kocasına ateş etmesine "bakışlarını sevmedim" diye sebep söylerken yaşadığı geçici gurur ile hapishanede geçireceği yıllarını düşünerek yaşadığı pişmanlık... Hepsi öyle güzel hissediliyor ki oyunu izlerken; perdeler kapanınca ayakta alkışlanmayı hak ediyor oyuncular...

Selcan
Ocak 2009



Dünyayı Yeniden Kurmak

... sevdiğiniz insanları korumak için hiçbir zaman dünyayı yeniden kuramayacağınızı anlatmaya çalışıyorum size...

Sana Gül Bahçesi Vaadetmedim
Joanne Greenberg


5 Şubat 2009 Perşembe

Eylem Zamanı

Çin'de bir adam vardı, ejderha imgelerine tutkundu. Tüm giysileri ve eşyaları bu imgelerle bezenmişti.
Ejderhaların Tanrısı, bu derin tutkunun farkına vardı ve bir gün penceresinde gerçek bir ejderha görünüverdi. Adamın korkudan öldüğü anlatılır...

Kuşkusuz ağzı iyi laf yapan biriydi; ama eylem zamanı gelince bir başkası oluyordu.

Hagakure
Samuray'ların Gizli Kitabı
Joşo Yamamoto

Bir Gün, Gece
Mine G. Kırıkkanat