15/12/2012
Akün Sahnesi
Akün Sahnesi'ndeyiz. Sinemadan devşirme bu salon, amfi tiyatro şeklinde olduğu için özel bir havası var zaten. Ancak bu oyundaki dekor ve ışık, şimdiye kadar görmediğim türdendi. İki katlı bir sahne var önümüzde. 5-6 bölmeden oluşuyor herbir kat. Sürgülü kapaklarla açılıp kah bir hastane kah disko, kah Beethoven'ın odası kah kütüphane, kah bugün kah dün oluyor. Almanya sokakları oluyor, orman oluyor, mektup oluyor, yağmur oluyor, soyut resimler gösterilerek izleyici ne olmasını istiyorsa o oluyor! Çok az dekor malzemesi kullanılarak ışığın teknik ve estetik kullanımıyla bu kadar çok şey olabilmesinin ardında emeği bulunan herkesi tek tek kutlamak lazım.


Oyun, bu hikaye çevresinde hem günümüzde hem de 1800'lü yıllarda ikili bir zaman diliminde geçiyor. Paralel iki evren gibi 2 katlı bir dekorun alt katında günümüz, üst katında geçmiş zaman izleniyor. Ve bu zaman dilimleri bazen birbiriyle o kadar örtüşüyor ki; farklı şartlar altında farklı kişiler tarafından farklı kişilere, aynı kaygılar ile aynı sözcüklerin söylenmesi ve aynı endişeler ile aynı şekilde reddedilmesi insanı düşünmeye zorluyor. Özellikle ilk perdenin kapanış sahnesinin, bu anlamda oldukça etkileyici olduğunu vurgulamak gerekir. Aynı anda 3 ayrı sahne: Beethoven ile Schindler, Gertrude ile Katherine, Mike ile Clara; benzer ikilemler arasında, benzer kararlar vermeleri gerekiyor, benzer tepkilerle sakinleştirilmeye çalışılıyorlar...
Oyunda, ilişkilerdeki dönüşümler de düşündürüyor insanı. Örneğin, Bonn kütüphanesinde kendisine yardımcı olan müzikolog Gertrude ile tanışıyor Kathrine ve zamanla bu tanışıklık -Kathrine kabul etmese de- bir arkadaşlığa dönüşüyor. Hemşire Mike ile Clara, Clara'nın önceki başarısız ilişkilerine ve işine bile bağlanamamasına rağmen iyi bir çift oluyorlar... Ve Kathrine ile Clara, kötü bir anne-kız ilişkisini bırakarak birbirlerini anlamaya çalışıyorlar. Hatta daha önce birbirine hiç dokunmamış olan anne-kız, hastalık sayesinde dokunmayı öğreniyorlar.
Beni etkileyen bir başka sahne, kütüphanede özgün taslak sayfaların incelendiği sahnedir. Beethoven'ın kendi el yazısı, karalamaları, hatta çalışırken yediği çorbanın lekelerinin bile bulunduğu 200 yıllık sayfaları inceleyen bir müzikolog kendini ne kadar mutlu hissetmiştir kim bilir? Dünyanın en iyi bestecilerinden birinin ellerinin değdiği, ilhamını yansıttığı o kağıtların orijinallerini görme düşüncesi beni bile heyecanlandırıyorken ömrünün geri kalanını bu işe adamış biri için ne kadar özel bir andır... Sadece özel izin verilmiş kişilerin erişebildiği ve eldeki yağın dahi bulaşarak kağıtlara zarar vermemesi için eldiven ile dokunulan bu kağıtları inceleme fırsatı bulmak bile büyük bir ayrıcalık olsa gerek...
Oyunda Clara ile Mike'ın birlikte bir konsere gittiği ve yakınlaşmaya çalıştıkları sahnenin sıradışılığından da bahsetmek gerek. Bu sahne öncesinde bir hareketlilik oldu salonda. Sonra bir ışık yandı. Dekordaki tüm paravanlar kapalı. Birden bir görüntü yansıtıldı karşıya. Clara ve Mike, konsere gitmişler, biz seyircilerin arasında yan yana oturuyorlar! Hem değişik bir ortam yaratarak seyircinin dikkatinin dağılmasını önledi bu sahne hem de oyuncuların mimiklerinin, hareketlerinin daha iyi görülmesini sağladı. Ayrıca bu sahne hem Clara'nın hem de Mike'ın aklından geçenleri ayrı ayrı gösterecek şekilde kurgulanmıştı. Bu da ayrı bir hoşluk kattı oyuna.



Hastalığın artık son evrelerinde halüsinasyon görüyor Kathrine, Beethoven ile karşılaşıyor. "Siz ne yapıyorsunuz burada?" diyor. Beethoven, arafta olduklarını söylüyor; meleklerin müziğini duyunca cennetten kaçtıklarını açıklıyor. "Meleklerin müziğini duyunca keşke sağır kalsaymışım diyorum." Aslında Kathrine de bir çeşit arafta; ama o dünyanın arafında. Ölümcül bir hastalığa yakanmış ve hastalık gün be gün bedenini ele geçiriyor. Ölümü yakın; ama henüz ölmedi. Yaşıyor ama kısa zaman sonra kendini ifade dahi edemez olacak. O zaman ne yok olacak hayatta (hala yaşadığı için) ne de var olabilecek (iletişim kuramadığı için)... Bu karşılaşmada Beethoven, duyma yetisini kaybetmesinden de bahsediyor: "Sağır olmam tam 25 yılımı aldı! Bir gün duyma yetimin azaldığını görüp umutsuzluğa kapılıyordum; ertesi gün biraz daha iyi duyarak tekrar umutlanıyordum. Bu umut ve umutsuzluk arasında tam 25 yılım geçti. Sonra tamamen sağır oldum da rahatladım! Artık umut yoktu. Ve ben en güzel müziklerimi ondan sonra yaptım." Kesinlikle öyle, umut ile umutsuzluk arasında kalan bir insanın ne kadar yıpranacağını düşünebiliyorum. Hele ki bu umut, bir besteci için duyma yetisini kaybetme konusunda ise... Kathrine bu konuda daha şanslı belki; hastalığını öğrendiğinden beri neler olacağını biliyordu, umut-umutsuzluk arasında gel-gitleri olmadı. Yine de Beethoven'ın en güzel bestelerini sağır olduktan sonra yaptığını bilmek, bir sanat icra ederken 'ilham' kaynağının duyularla elde edilen bir şey değil, insanın içinde, ruhunda hissettiği bir şey olduğunu düşündürüyor insana... Beethoven bu sahnede, güzel bir de nasihatta bulunuyor Kathrine'a: "Bırak, direnmeyi bırak..." Sahi, insan direnmekten ne zaman vazgeçer? Elimizde mi iletişim kuramayacağımız bir aşamada iken hastalığımız, yaşamaya devam etmek ya da direnmeyi bırakıp 'olduğu kadarı'na razı olup huzur içinde ölmek?
32 tane varyasyon besteleyen Beethoven, kendisi için endişelenen yardımcısı Schindler'e "İstediğim gibi bir son bulamıyorum!" diyor. Her şeyin sonu kötü değil tabi, bazı sonları isteriz. Peki nasıl olacağını seçebilir miyiz? Beethoven'ın varyasyonlarına bir son bulması gibi Katherine de hayatının nasıl sona ereceğini seçiyor önündeki alternatifler arasından...
...
Dekorun sadeliğinden ve özgünlüğünden bahsetmiştim. Biz ortaya yakın bir yerde oturduğumuz için böyle bir sıkıntımız olmadı; ama bu dekorda salonun kenarlarındaki koltuklarda oturan seyircilerin bakış açısının daraldığını, bazı yerlerde sahneyi tam göremediklerini bazı yerlerde ise sahne arkasını dahi gördüklerini duydum. Ayrıca paravanlar açılıp kapanırken kaçınılmaz olarak çıkan sesler de rahatsız edici olabiliyor.
Dekor ve ışığın güzelliğinin yanı sıra Beethoven'ın varyasyonlarının da canlı olarak dinletilmesinin, oyuna ayrı bir tat kattığını belirtmek lazım. Görsel olarak sahnede notalar uçuşurken bir taraftan da melodileri dinlemek gerçekten keyif verici. Hatta Beethoven'ı beste yaparken izlediğimiz sahnelerde onun mırıldanmasının yanında piyanonun sesini duymak, bestecinin kafasında canlanan melodiyi somut olarak duymamızı, bu anlamda onun iç dünyasına bir adım daha yaklaşmamızı sağlıyor.
Bir esere dönüşmüş sanatsal yapıtın hem kendisini hem de yaratılma sürecini gösteriyor oyun. Öznesiyle, nesnesiyle, tamlamalarıyla bir eserin ortaya çıkışına tanık oluyoruz 1800'lü yıllarda... Diğer taraftan, bir akademisyenin, hipotezinden yola çıkarak açığa çıkarmak istediği bir bilinmezin araştırılma sürecini, bu uğurda vazgeçilen şeyleri ve harcanan emeği izliyoruz günümüzde... Hastalıkları görüyoruz, insanı aşama aşama ele geçiren ölümcül hastalıkları; yapılan işe duyulan tutkuyu; arkadaşlığı; anı yaşamayı; arafı ve araftan kurtulmayı...
Değişim ve değişklik belki de vurgulanmak istenen. Her şey bir değişim döngüsü içinde hayatta. Hatta ölüm bile varoluşun bir başka formu, bir başka varyasyonu...
Belki de oyun, hiçbir şeyi hor görmemeyi anlatıyor... "Sıradan bir vals"in aslında insanın içini kıpır kıpır yapabildiğini, teknik olarak yeterli olmayan müziklerin bile insanların diline dolanabileceğini... Ve büyük bir müzik dehasının, tek bir varyasyon yazıp geçmek yerine yıllarını onlarca varyasyon yazmaya adamasında, melodinin bu psikolojik etkisini görmesi, hissetmesi yatıyor belki... Basit bir valsten bile muhteşem bir eser çıkarabileceğini göstermek değil Beethoven'ın amacı; böylesine etkileyici bir melodinin olabilecek tüm varyasyonlarını çıkarabilmek belki... Kim bilir, belki bu da değil, 32 varyasyon yazmış bestecileri geçmek için, sırf aşırı hırsından yazdı belki bu kadar varyasyonu... Net olarak bilinmeyen bir konu bu. O yüzden oyunun sonunda "şu yüzden yaptı" diye açıklamak yerine seyirciyi neden üzerine düşünmeye yönlendirerek bitirilse daha etkili olurdu bence...
Ben kafamda sorularla, düşüncelerle ve en güzeli, düşündükçe ortaya çıkan fikirlerle çıktığım oyunları seviyorum. Bu anlamda 33 Varyasyon, hem iyi bir oyunculuk hem özgün bir ışıktan dekor izlediğim, hem Beethoven hem ALS hastalığı hakkında bilgiler edindiğim (ve daha fazlasını edinmek üzere içimde bir merak uyandıran), üstelik de bunu bir müzik eşliğinde yaptığım bir oyun olarak benim beklentilerimi fazlasıyla karşıladı.
Oyunun kitapçığının basılmamış olduğunu öğrendiğimde yaşadığım hayalkırıklığını da yazmalıyım buraya. Bu oyun ve işlenen konular hakkında değil kitapçık, kitap bile basılabilecekken... Koleksiyonum eksik kaldı işte:(
Selcan
18/12/2012
Ankara
aslında kitapçığı var oyunun. Bi arkadaşım 11 Kasım'da gitmişti, o zaman alıp üstüne tarih atmış, ordan biliyorum..
YanıtlaSilTiyatroda görevlilere sorduğumuzda henüz basılmadığı bilgisi verilmişti. Kandırılmışız anlaşılan:)
YanıtlaSil