8 Ocak 2011 Cumartesi

Bir Savaş Hikayesi



06/01/2011
Şinasi Sahnesi

Adı üstünde, tam bir savaş hikayesi bu... Askerler var oyunda, insancıl askerler de savaşçıl insanlar da... İnsan canını umursamayanlar da birine ateş etmek zorunda kalırsam ne yaparım
diye endişelenenler de...


Bir askeri haber merkezinde başlıyor oyun. Aylar önce terhis olması gerektiği halde hala savaş alanında tutulan askerlerin, oğlundan aylardır haber alamayan babaların arayıp oradaki onbaşıdan medet umdukları bir mekan... Sonra olaylar geliştikçe mekan değişiyor. Hatta o kadar hızlı değişiyor ki dekor; oyunda hayran kaldığım noktalardan biri bu. Işıklar kararıyor, bir dakika içinde ateş altında kalan odadan ayrılıp bir sinemanın önüne geliveriyoruz. Oradan askeri bir mahzene. Sonra bir bakmışsınız sinemanın içindeyiz, üstüne üstlük bir haber kanalının stüdyosuyla aynı anda!

Savaştan bıkmış, biraz sinirleri bozulmuş, biraz da işi deliliğe vurmuş askeri doktor ile yakın arkadaşı binbaşı, aslında benzer düşüncelere sahiplerdir. Savaş bitsin, insanlar ölmesin artık, herkes çok özlediği evine dönsün! Ama doktor, binbaşının askerlerini alıp gitmesini isterken onun bunu yapabileceğini düşünür; oysa binbaşının gücü buna yetmez... Doktora göre kendi canı yanmadıkça kimse savaşın ne büyük bir felaket olduğunu idrak edemez. Savaşın nasıl bir şey olduğunu, savaşta kolunu kaybedene sormalı, oğlunun son anlarında onunla ilgilenemeyen babaya, bir şarapnel parçasıyla çoktan can veren bebeğini günlerce doktora getirmek için yalın ayak yol kat eden anaya...

Doktor, kendi imkanlarıyla savaşta yaralanan insanları, özellikle sivil halkı, tedavi etmeye çalışırken binbaşıya şu soruyu sorar: "Tedavi ettiğimiz askerleri taburcu edip evlerine yolluyoruz. Peki bu insanları nereye yollayacağız? Onların evi burası!" Öyle ya, evlerini, yurtlarını istila ettiğiniz, yaraladığınız insanları tedavi etseniz bile nereye yollayabilirsiniz ki...

İşte bu düşüncelere sahip doktor, artık ordu için tehlikeli hale gelmiştir. Hatta onunla konuşmaya çalışan, onu anlamaya çalışan binbaşı da! Gün gelir, doktorun bir taraftan binbaşı ile konuşup bir taraftan yaralıları gizli gizli tedavi ettiği sinemaya baskın düzenler ordu. Bir anda etrafı sarar, binbaşı ve doktorun yanı sıra, tedavi edilen yaralı halkı da öldürürler. Burada, onbaşının, herkesten önce, hiç kimseyi öldürmek istemeyen asker arkadaşını öldürmesi çok çarpıcıydı. Öldürme hırsının insanın gözünü kaplayınca, ilk önce engel olabilecekleri ortadan kaldırmasını çok güzel yansıtıyor...


Bu baskın, öyle güzel dramatize edilmiş ki; yavaş çekim gibi oynanan bölümler oyuna ayrı bir güzellik katmış. Ayrıca, savaş ve çatışma ortamı öyle güzel canlandırılmış ki; patlayan ateşler, dumanlar, ışıklar, her şey çok gerçekçi, çok özgündü. Makyajı da unutmamak lazım tabi; yaralıların, ateş sonucu orada yaralananların makyajı çok etkiliydi.



Ve oyunun bana göre en çarpıcı kısmı, baskının zaman zaman donması ve haber merkezine bağlanmamızdı. Sahnenin bir tarafında, haber spikeri, devlet başkanı ile röportaj yapmaktadır. Güya doğru ve tarafsız haberleri izleyiciye ulaştıran bir programdır bu. Ancak orada birebir izlediğimiz olaylar, başkan tarafından o kadar farklı anlatılır, izleyiciye öyle yanlış yansıtılır ki; savaşı durdurmak isteyenler adeta birer intihar bombacısı, yaptıkları şey savaşta zarar görenleri tedavi etmek değil de orduya intihar saldırısı düzenlemekmiş gibi sunulur...

Medya da bu konuda üzerine düşen görevi yaparak doğru bilgiyi izleyiciye ulaştırmaktadır! Gerçekte neler oluyor; ama bize nasıl yansıyor, bunu sorgulamadan edemiyor insan... Medya ne kadar yansız, haberler ne kadar gerçek, anlatılanlar ne kadar doğru?

Savaşta her şey mübah mıdır? Silahsız askerlere, üstelik de kendi askerlerine, ateş açmak da mı? Tek kaygısı savaşın durması olan, kendi imkanlarıyla savaş yaralılarını tedavi etmeye çalışan doktoru vatan haini ilan etmek ya da onu konuşarak ikna etmeye çalışan binbaşıyı dinlemeden infaz etmek de mi? Kendi askerine bile bu kadar acımasızca davranan bir ordunun dünyanın herhangi bir yerine barış götürmesi, demokrasi taşıması mümkün mü?

Kendi savaşını haklı çıkarmak için üzerlerinde silah dahi olmayan insanları öldürüp cansız ellerine silah koyarak medyaya o şekilde yansıtmak, günümüzün gerçekleriyle de birebir uyuşuyor aslında...

Bu bir savaş hikayesi... Sorgulamadan emirlere itaat eden asker ile insana inanan askerlerin hikayesi. Bir filmde uçağa yetişen bir çocuk görüp de uçağı kaçırsaydı ne olurdu diye soranlara "o zaman film olmazdı" diyen zihniyet ile "o zaman başka film olurdu" diyenin hikayesi... Hayat, başka türlü olamayacak kadar keskin mi gerçekten? O ordu, başka diyarlardaki insanların yurtlarını istila etmeseydi, film olmaz mıydı? Yoksa, insanların huzur içinde yaşadıkları bambaşka bir film mi olurdu?

Sahnesinden ışığına; kurgusuna; dumanla, sesle, patlamalarla adeta yaşatılan çatışmalara kadar her şeyini beğendiğim bir oyundu. Oyundan çıktıktan sonra üzerinde düşünürken oyunun, bir savaş hikayesinden çok daha fazla şey anlattığını anlayacaksınız...

Selcan



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder