29 Mart 2009 Pazar

Gel, bak!


Belki güneş bir gün bizim için doğar.
Belki korkuları, hayallerimiz boğar!
O masal günü gelinceye kadar; 
Susuyorum...

Susadıkça yüzün düşer aklıma...
Korkar oldum düşlemekten!
Adını anarım, çoğalır sesim!
Konuşmaktan, düşünmekten, özlemekten...

Gel, bak; bir elimde gökyüzü var hala!
Ötekinde kayıp giden yıldızlar, la la...
Korkular da benim umutlar da!
Beni bırakma...

Kimse kimsenin her şeyi olamaz-mış...
Di'li geçmişten tek yaramsın sen!
Sensiz kimse mi kimsesiz miyim bilmem;
Hiç bilmek istemem!
Hatta düşünemem...

Gel, bak; bir elimde gökyüzü var hala!
Ötekinde kayıp giden yıldızlar, la la...
Korkular da benim umutlar da!
Beni bırakma...

  
    

26 Mart 2009 Perşembe

Yollarımda Ayaz


Bir gün anlayacaksın neden sessizce gittiğimi.
Senden vazgeçmek uğruna nasıl bir savaş verdiğimi!
Mevsim kış olur hani, bir yudum güneş bulamazsın;
Sonsuz uçurumlardaki çiçeklere dokunamazsın...

Her sabah bir sayfa daha eksilip gidiyor ömrümden!
Ömrümün yıkıntılarında can çekişiyor umutlarım...
Ellerimde acılar; ellerini tutamam.
Kıyamam kıyamam sana!
Yollarımda ayaz var; yaklaşma yollarıma!
Kıyamam kıyamam sana...
Karanlık gecelere ortak edemem seni;
Kıyamam kıyamam sana!..
 
    
   

Yaz... Sil...

Dersteyim. Hocanın dersi anlatırken tahtaya bir şeyler yazıp diğer konuya geçerken silişini izliyorum. Yazıyor... Siliyor... Yazıyor... Siliyor...

Hayatlarımıza birileri giriyor... Çıkıyor...
Bir şeye çok üzülüyoruz... Geçiyor...
Çok seviniyoruz... Geçiyor...
Bir film izliyoruz... Unutuyoruz...
Bir kitap okuyoruz... Unutuyoruz...

Siliniyor hafızamızdan her şey zamanla!

Ama nasıl ki hocanın sildiği tahtada hep bir iz kalıyor geçmiş yazılardan; bizim de hep belli belirsiz bir iz kalıyor yaşadıklarımızdan, gördüklerimizden, tanıdıklarımızdan hayatımızda...

Siliyoruz... Ama izi kalıyor...

Selcan
12/03/2009
Ankara


21 Mart 2009 Cumartesi

Panik

Yüksek lisansı düşündükçe panikliyorum: nasıl olacak, hangi dersleri alacağım, tez konum ne olacak, tezi yetiştirebilecek miyim, bu master bitecek mi...

İşi, sınavları düşündükçe panikliyorum: sınavlara gereği gibi hazırlanabilecek miyim, sözlülerde başarılı olabilecek miyim, burdan başka bir yere geçebilecek miyim, geçtiğim yer burdan daha iyi olacak mı, gittiğim yerde huzurlu olabilecek miyim, ortama ayak uydurabilecek miyim, işimi düzgün yapabilecek miyim...

Geleceği düşündükçe panikliyorum: Kendime ait bir evim olacak mı, eşim, çocuklarım.. Onlarla yeterince ilgilenebilecek miyim, kendim ile ailem arasında denge kurabilecek miyim...

Ve kendim... "30 yaşıma girmeden önce yapılacaklar" listemdeki her şeyi yapabilecek miyim.. Hayallerimin gerçekleştiğini görebilecek miyim.. Fotoğrafta ilerleyebilecek miyim, yanflüt çalabilecek miyim, yurtdışı görecek miyim...

Yaşlandığımda bile hala hayal kurabiliyor olacak mıyım? 

Canım sıkılıyor.. 

13/02/2009
Ankara

                         
        

18 Mart 2009 Çarşamba

Telefonum

Telefonum teknik serviste, onarılıyor...

Ne hallerdedir şimdi bensiz? Korkuyor mudur başka ellerde? Üşüyor mudur? Onlar da benim gibi özenli kullanıyor mudur? Ekranı koruyan naylonunu çıkarmışlar mıdır? Ekran çizilmiş midir? Bir gün kavuşacak olursak beni yadırgar mı?..

Ya hiç affetmezse beni yaban ellere bıraktım onu diye? Ya bir daha hiç bakmazsa yüzüme?
Açılmazsa, çalışmazsa ya?

Hem ya ben yadırgarsam onu? Ya eskisi gibi sevemezsem? Ya bambaşka bir telefon gibi gelirse bana? Anlamaz mı soğukluğumu? Üzülmez mi?

Ahh.. Ahhhhh....

Kasım 2008

13 Mart 2009 Cuma

As

Çocuğun intihar nedeni, ruhi bunalım...
Çocuğun intihar yöntemi, iple kendini asma...

Ne oldu da daha 10 yıl önce keyifle okul asanlar, bugün çaresizce kendilerini asar oldular?

Nasıl bir umutsuzluk içindeler ki; gönüllü sahile vuran balinalar gibi gencecik gövdelerini bir ipin ucunda sallandırabiliyorlar?

Öyle köprü üstü şovları falan da yapmıyorlar üstelik... Ne bol gelirli bir iş ne terk etmeyecek eş istiyorlar.. Geride kırık dökük satırlar bırakıp bir köşede sessizce boyunlarını uzatıyorlar kendi kurdukları darağaçlarına...

Çekip alamıyoruz onları gönüllü tekmeledikleri taburelerin üstünden... O ip boğazını sarmalayıp nefesini kesmeye başladığında kaçı pişman oluyor acaba? Kaçı "Biri yetişip kurtarsa" diye çırpınıyor son nefesinde, kaçı tevekkülle boyun eğiyor ölüme?..

Can Dündar
Benim Gençliğim



10 Mart 2009 Salı

Dünyanın Tenhasında Bir Alıç Ağacı



Say ki; bir alıç ağacısın çıplak, boz tepenin üzerinde. Dünyanın tenhasında bir yerlerde, üstüne siyahi bulutlar çökmüş ‘kara orman’a bakıyorsun mahzun, mükedder gözlerle... Kara ormanın karasına, ciğerlerini kurutan, özünü soğuran havasına katışmak istemiyorsun... Toprağın koynuna uzattığın köklerinle, göğe karşı her biri bir dil olmuş ellerinle kendini sonsuza aday görüyorsun. Kara Orman’ın derinliklerinde iyi beslenen, fırtınaların şiddetini kesen diğer ağaçların gölgesinde, iyi bir kereste olmayı bekleyen, güvenliği için hürriyetini feda eden zayıf bir gölge olmak istemiyorsun...

Kara Orman’ın gözü dönmüş bekçileri veyegane varlık sebebini odun ve kereste olmak belleyen semirmiş kıdemli ağaçları seni horlayan gözlerle süzüyor. Sense etrafında senin gibi yüzü göğe dönük birkaç ağaççık, üç beş çalı çırpı ile söyleşmeyi, sarıçiçekle halleşmeyi, çimenlerle yarenlik etmeyi yeğ tutuyorsun Kara Orman’ın ihtişamlı çağrısına. Biliyorsun ki orada sana dar bir alan verirler, ‘bak burası senin’ derler, o daracık alanda yüzün yere eğik biçimde yerdeki yaprakların oynayışıyla eğlenmeni isterler. Senin alıç veya ardıç olman, köknar veya çınar olman önemli değildir orada, adın bellidir: ya odun, ya kereste. Köklerin diğerlerinin köklerine eskaza değdiğinde, dalların hemen yanıbaşındakinin yapraklarına temas ettiğinde keserler, budarlar seni. Bilirsin... Bilirsin, orada bir yüzün, bir şeklin, bir adın yoktur. Göğsünün tam ortasına metal bir levha çakarlar, sana bir numara verirler, olsa olsa ne idüğü belirsiz uyduruk bir dille hitap ederler... Arada bir gelip gövdeni beyaza boyarlar, buna diğer keresteler pek sevinir nedense: ‘Kara Orman’ın nimeti’ derler...

Bilirsin, Kara Orman’ın kuytularında yitik bir ağaç olarak kendini aldatmanın pek çok yolu sunulmuştur önüne. Kara Orman’ın büyüklüğüyle övünmek, ormana gelen mühim ziyaretçilerin adlarını ezberlemek, çalçene gevezelik etmek, kendinden başka her şeyle ilgilenmek, bir bir
kesilenlerin ardından duyulan derin hüznü bastırmak için sık sık gürültülü uğultular yükseltmek... Ama sen boz tepenin üstünde gösterişten, debdebeden uzakta mütevazı dostlarınla, cezbeli bir fısıltı senfonisi eşliğinde bulutların, yağmurun, toprağın, rüzgarın, kokuları tepeye ulaşan taze sürmüş kekiğin efendisinin adını yüceltmeyi seçersin...

Kendini aldatmak, aldatmanın farklı ve ince yollarında yürümek istemezsin. İşte, 
dünya dedikleri, en nihayet, bir kel, boz tepecikten fazlası değil. Kara Orman’ın toprağıyla, boz tepenin toprağı birbirinden özce farklı değil. Fakat orada yağmuru yağdıranın, rüzgarı estirenin, baharı getirenin ‘Kara Orman’ın Büyük Gücü’ olduğu yollu efsaneye kanmak, öyle sanarak ölümü beklemek çok sık rastlanan bir durum...

Sen, bu çorak ülkenin ötesinde bir yeşil vadinin, kökleri göğe asılı, dalları cömertçe aşağı sarkmış bir ulu ağacı olarak görürsün kendini daima düşünde...Etrafındaki mütevazı dostlarınla bu rüyayı paylaşırsın, yere düşen tohumlarından türeyen yavru alıçlara bu rüyanın ağacı olmayı öğütlersin...

Sen ki; Göklerin ve Yerin efendisinin bir mübarek dağda elçisine kendisi aracılığıyla konuştuğu o ağacın varisi olmak dilersin. 
Söze yar olmuş ağaç.

Sen ki; göle nazır tepede Çam Ağacı’nı kalbine mesken tutmuş o 
hüzünlü adamın semayı süzen gözlerinin derinliğinde tüm kainatı bir ağaç olarak seyretmek istersin.

Sen ki; 
yalnızlığın ve gurbetin içinde kendin için bir kainat olmayı arzu edersin. Tek başına bir nurlu bir orman olmayı hedef edinirsin... Böylece, fani varlığın toprağın bağrına düştüğünde her bir zerrenden binlerce ışıklı ağaç çıkacağını bilirsin...

Say ki bir alıç ağacısın dünyanın tenhasında...

Yusuf Özkan Özburun
 
   

8 Mart 2009 Pazar

Emekçi Kadınlar

Susmamız, oturmamız,
Hep boyun eğmemiz,
Hayatı seyretmemiz,
İstendi bugüne dek!

Kadınlar vardır, 
Kadınlar vardır,
Kadınlar her yerde!

Suskunduk ve bekledik.
Yaşandı, seyrettik.
Sonunda "Yeter!" dedik,
Bir daha susmayana dek!

Kadınlar vardır, 
Kadınlar vardır
Kadınlar her yerde!..

  
  

3 Mart 2009 Salı

Hani Benim Gençliğim

Hani benim sevincim nerde?
Bilyelerim, topacım...
Kiraz ağacında yırtılan gömleğim.
Çaldılar çocukluğumu habersiz!

Penceresiz kaldım anne!
Uçurtmam tel örgülere takıldı!
Hani benim gençliğim nerde?..

Ne varsa buğusu genzi yakan,
Ekmek gibi, aşk gibi...
Ah... Ne varsa güzellikten yana,
Bölüştüm, büyümüştüm!
İçime sığmıyordu insanlar...

Bu ne yaman çelişki anne!
Kurtlar sofrasına düştüm!
Hani benim direncim nerde?!

Hani benim övüncüm nerde?
Akvaryumum, kanaryam...
Üstüne titrediğim kaktüs çiçeği?
Aldılar kitaplarımı sorgusuz!

Duvarlar konuşmuyor anne!
Açık kalmıyor hiç bir kapı...
Hani benim gençliğim nerde?

Daha kapılmamışken rüzgara,
Tatmamışken rakıyı...
Şiire yeni yeni başlamışken...
Koştum, dağlara koştum;
Daha öpmemişken hiçbir kızı!

Yağmurları biriktir anne!
Çağ yangınında tutuştum...
Hani benim bilincim nerde?..

Yusuf Hayaloğlu