22/11/2012
Altındağ Tiyatrosu
Anne-babalarını kaybettikten sonra büyük abla ve eniştenin yanında yaşam mücadelesi veren; ancak ihtiyaç duydukları "bir aile olma duygusu"ndan mahrum kaldıkları için herbiri ülkenin bir başka yanına dağılan üç kardeşin hikayesi bu. Futbolcu olma hayali ile evden kaçan erkek kardeşin, yıllar sonra ablasını bulma umuduyla geri gelmesi ile hem geçmişe doğru bir yolculuk yapıldığını hem de geleceğe dönük yeni kararlar alındığını izliyoruz oyunda. Bu bakımdan hem geçmişin acılarını hem de yaşam devam ettikçe tükenmeyecek olan umudu görüyoruz bu bir saatlik sürede...
Büyük abla, daha kendisi de çocuk denecek yaşta iken kardeşlerine annelik yapmak zorunda kalmış; bir taraftan sinirli, anlayışsız ve ilgisiz bir koca ile sırtlarına yük olan kardeşlerini idare etmeye çalışırken diğer taraftan kendi mutsuzluğunu bastırma çabasındadır. Sıradan hayatının tekdüzeliğinden güven duyan kocasının kendisine kötü davranmasını kabullenememekte; ancak terzilik yaparak para kazandığı halde kendi başına karar almaya, sesini çıkarmaya, terk edip gitmeye gücü yetmemektedir. Onun bu mutsuz hayatı kabullenişidir aslında kardeşlerinin kaçmalarının sebebi de. Kardeşlerini kocasına karşı savunamamakta, onları anlayamamakta, kardeşleriyle birlikte bir gelecek kurabileceklerini düşünememektedir. Yine de erkek kardeşinin dönmesiyle birlikte bu kısır döngüyü kırabilecek gücü kendinde bularak yeni bir hayata doğru yola çıkarlar...
Oyun, hem mutsuz, kasvetli ortamı hem de bodrum katındaki fakir bir evi yansıtması bakımından başarılı bir dekora sahip. Ayrıca, ışık ve perdenin başarılı kullanımıyla etkili gölge oyunları da sunuluyor. Bu perde oyunları, oyunun en etkili kısımlarını oluşturuyordu bence. Ancak bu sahneler dışında olağanüstü bir şey bulamadım ben oyunda. Oyuncuların performansının vasat, hatta bazıları için vasatın bile altında olduğunu söyleyebilirim. Bu durum, oyunu "yaşamak" yerine "izlememize" neden oluyor. İçine giremiyoruz olayların, sahnedeki o insanların rol yaptığını bilerek, görerek, rollerini hissederek izliyoruz.
Ayrıca, bir perdelik bu kısa oyunda (aldığınız oyun kitapçığına aldanmayın, orada 2 perde olduğu yazıyor) bir şeyler eksik kaldı hissi ile ayrılıyorsunuz salondan. Oyun derinleşemeden, karakterlerle daha yeni tanışmışken bitiveriyor sanki. Geçmişten, şu anda nerede olup ne yaptığı bilinmeyen diğer kız kardeşten bahsetmeliymişiz gibi hissediyorsunuz. Oyunun sonu bir son değil aslında; olsa olsa birinci perdenin sonu olabilir diyorsunuz. Ama kim bilir? Belki de yazarın asıl istediği, izleyiciyi tam da bu hislerle salondan uğurlamak ve hikayenin sonunu kendi zihinlerinde tamamlamalarını sağlamaktır... Yine de tiyatro oyunu izlemenin en sevdiğim yanı olan, oyundan çıktıktan sonra kafamda uçuşan düşünceler, birileriyle oyunu tartışma veya bir yerlere yazma isteği, daha önce sahip olmadığım bir bakış açısı gibi kazanımlarım olmadı bu oyunda.
Selcan
03.12.2012
Ankara
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder