7 Aralık 2012 Cuma

Hürrem Sultan

05/12/2012
Cüneyt Gökçer Sahnesi

Bu günlerde oldukça sık tartışılan bir konu bu. Bir tiyatro oyunu için bu sezon gereğinden fazla "popüler" bir konu olduğunu düşünüyorum. Belki de bu popülarite cezbetti oyun seçicileri, bilmiyorum; ama bu konuda senelerdir devam eden bir dizi varken ve bu dizi hakkında tartışmalar hiç dinmezken bu furyadan pay kapmak ister gibi bu oyunun sahnelenmesi beni şaşırttı doğrusu. Bilmiyorum, gündemde olanı gündemden düşmeden konuşmak da önemli olabilir; ama bence tiyatro, gündemden kendine pay çıkarmak yerine gündemi (en azından izleyicilerin gündemini) etkileyecek oyunlar sahnelemeyi tercih etmeli. Ankara Devlet Tiyatroları programında bu oyunun adını ilk gördüğümde hissettiklerim bunlar oldu.

Konu ile ilgili diziyi hiç izlemedim. Orada gösterilenlerle bu oyundakiler ne kadar örtüşüyor bilmiyorum. Hatta tarihi bilgi olarak sunulanlar, gerçekleri ne kadar doğru ve tarafsız anlatıyor, onu da bilmiyorum. Yine de bu tür tarihi oyunların bir belgesel değil, uyarlama olduğunu unutmamak gerektiğini düşünüyorum. Oyunun yazarı Orhan Asena'nın da dediği gibi "tiyatro bazen tarihten ödün de ister". Nitekim Asena, bu oyunu yazmadan önce yaptığı araştırmalarda öğrendiği (Şehzade Mustafa'nın öldürülmesi ile ilgili) acımasız tarihsel gerçeğin yerine daha insancıl, psikolojik çözümlemelerin yer aldığı bir sahne yazmış. Tarihi gerçeklerden bu konuda saptığını belirten yazar, "Tarih bağışlasın beni, kendine azıcık ihanet ettim; ama oyunumdaki Kanuni ve Mustafa kişiliklerini kurtardım." diye açıklıyor bu durumu. Tarihte yaşanan olayların doğruluğu, nasıl aktarıldığı, acımasızlığı bir başka makale konusu; ben sadece oyundan aklımda kalanlardan bahsedeceğim burada.


Konuyu bilmeyen kalmamıştır artık: Kanuni Sultan Süleyman zamanında, Kanuni'den sonra tahta geçmesine kesin gözüyle bakılan başarılı, mert şehzade Mustafa'nın, padişahın başka bir cariyesi olan Hürrem Sultan ve işbirlikçilerinin kurnazca hazırlanmış tuzakları neticesinde Kanuni'nin gözünden düşürülmesi ve bizzat Kanuni tarafından verilen emirle öldürülmesi anlatılıyor bu oyunda. Ancak oyun, bu acımasızlığı değil; karakterlerin yaşadığı psikolojik çalkantıları vurguluyor. Örneğin Kanuni padişahlık ile babalık, devlet sevgisi ile evlat sevgisi arasında kalarak zor günler geçiriyor. Bir taraftan çok sevdiği oğluna güveniyor; ancak diğer taraftan "ya doğruysa, ya gerçekten Mustafam bunları yaptıysa" diyerek oğlunun yaptığı söylenenleri kendine yediremiyor. Gururu öyle baskın geliyor ki; adaletiyle nam salmasına rağmen öz oğlunu karşısına alıp işin aslını sormak, ona kendini savunma hakkı tanımak yerine işi araştırsın, doğruyu öğrensin diye bir aracı gönderiyor. Sonrasında Mustafa'nın babasının tahtına göz koyduğuna "3-5 yıl daha bekleyemeden" onu öldürerek yerine geçmeye çalıştığına ikna edilerek oğlunun katline karar veriyor. Ancak bu karar da kolay olmuyor. Bir tarafta çok sevdiği oğlu, diğer tarafta asırlardır devam eden bir imparatorluk, dedelerin, babaların mirası devleti... Kanuni, Mustafa ile dertleştiği bir sahnede, Mustafa henüz bir bebekken bir gün büyüyüp kendi yerine geçmeye çalışacağını düşünüp oğlunu duvarlara çarpma isteğinden bahsetmekte; bu korkunun kuşaklar boyu devam ettiğini, saltanatın her döneminde içten içe bu korku ile yaşandığını anlatmaktadır. O görkemli saraylar içinde, şatafatlı kıyafetler altındaki, bir emriyle dağları yıktırabilecek kişi bir padişah da olsa "Allah'ım ne zor hem padişah hem baba olmak!" diye yakınan bir insandır nihayetinde... 


Oyunda, Kanuni yalnızca tuzaklara düşüp oğlunu, en büyük veliahtını öldürten biri olarak yansıtılmamakta; insancıl özellikleri de vurgulanmaktadır. Örneğin, Mustafa öldürüldükten sonra onun suçsuz olduğuna inanan arkadaşları, yoldaşları bu işte parmağı olduğunu bildikleri Rüstem Paşa'nın başını istemekte, isyan çıkarmaktadır. Kanuni, bu isyana şaşırır "Bu kadar insan nasıl oluyor da bir ölüye bağlanabiliyor, bir ölüye... Ve öfkemden korkmuyorlar benim!" Sonra başlarında kim olduğunu sorar, şair Yahya olduğunu öğrenince merakı artar: "Bir Yahya vardı, Mustafa'nın arkadaşı; ancak biz onu şair bilirdik, nasıl olur da..." Rüstem sözünü keser Kanuni'nin "Garez, kin, haset!" der. Kanuni ise olgun bir tavırla "Neden muhabbet, dostluk, sadakat demeye dilin varmaz!" der. Bu insanların Mustafa'ya bağlılıklarını görür ve kabullenir. Şair Yahya getirilir sonra padişahın huzuruna, Mustafa'nın katledilişine dair yazdıkları, hem Rüstem Paşa'ya hem Kanuni'ye ağır ithamlarda bulunmaktadır:
Bunun gibi işi kim gördü kim işitti
Ki kıysın oğluna bir adalet timsali
Hatası belirsiz, günahı na-malum
Urgan ile şehit oldu o kutlu mazlum
Ancak Kanuni, bunu da büyük bir olgunlukla karşılar, Yahya'yı salıverir. "Halkımla benim aramda böyle sözünü sakınmaz uyanık kafalı insanlara ihtiyacım vardır. Bırakalım bu adam-lar yazsınlar... Onlar yazsınlar, sonra biz onların yazdıklarını alıp okuyalım... Bakalım yaptıklarımız dışardan iyi mi görünür, kötü mü?" diyen Kanuni'nin bu davranışı, devleti uğruna her şeyi -oğlunu bile- feda eden bir padişahın içinde bir merhamet, anlayış ve kendini geliştirme, halkına iyi davranma, onları mutlu etme isteği olduğunu gösterir izleyiciye. Zira Kanuni, bu halk şairlerinin kendilerine ayna tuttuğunu düşünür. "Yüzün temizse bak, değilse kaçın. Ben o aynayı birkaç kere kendi­me tuttum, ne söyler bilirim..."

Şehzade Mustafa'yı da Kanuni'nin yaşadığına benzer bir ikilem içerisinde izliyoruz. Hürrem Sultan'ın tuzaklarından, babasının kendisinin öldürülmesi yönünde karar verdiğinden haberdar olması, yakın arkadaşı şair Yahya'nın da ısrarları ile başkaldırıp babasının yerine geçmek ile babasının emriyle öldürülmek arasında kalmaktadır Mustafa. Ancak o, devlet yerine babasını seçmekte; ucunda ölüm olsa dahi babasına el kaldırmamaya karar vermektedir. "Babamı öldürüp tarih beni kötü anlatacağına; varsın babam beni öldürsün, tarih onu kötü anlatsın!" demektedir. Bir taraftan da babasının, doğrudan kendisine sormak yerine birini gönderip araştırma yaptırmasına içerlemekte; "O gururluysa ben de aynı kandan geldim, ben de gururluyum." diyerek tepki göstermektedir. "Ölümden korkum yok, bilirsin; ama ölümüm sana yük olsun, ağır gelsin istemem baba!" diyişinde de bu gurur olanca ağırlığıyla hissedilmektedir.


Oyunda Hürrem Sultan da kendi korkularıyla yüzleşmekte, Kanuni ile Mustafa'nın arasını açmak için yaptıklarını, hayatta kalma mücadelesi olarak savunmaktadır. Ona göre her şeyi kendi ve çocuklarının hayatlarını kurtarmak için yapmıştır. Mustafa'ya karşılık kendi başları vardır; doğal olarak kendi ailesini korumak istemiştir.

Oyun, o dönemde yaşananları, yazarın yorumladığı bir kurguyla sergilerken hayatta hiçbir şeyin tam beyaz veya tam siyah olmadığını da gösteriyor. Herkes kendince haklı; her davranışın iyi ve kötü sonuçları var; her insanın gücü olduğu kadar zaafları da var... Dolayısıyla hayat, iç içe geçmiş grilerden oluşuyor ve biz, hiçbir zaman mutlak hata, mutlak doğru, mutlak iyilik, mutlak kötülük bulamıyoruz hayatlarımızda. Bunların hepsi birbirine kaynamış durumda...

Oyun metni dışında söylenecek pek bir şey bulamadığım için sanırım metin üzerinde bu kadar uzun yazışım... Dekor, kıyafetler, takma sakal ve bıyıklar, ışık, hatta oyuncular... Özellikle belirtmeyi gerektirecek bir olağanüstülükleri yok; ancak 'eh işte' ile geçiştirilebilecek kadar işte...

Selcan
07/12/2012
Ankara


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder