20 Aralık 2012 Perşembe

33 Varyasyon

15/12/2012
Akün Sahnesi


Akün Sahnesi'ndeyiz. Sinemadan devşirme bu salon, amfi tiyatro şeklinde olduğu için özel bir havası var zaten. Ancak bu oyundaki dekor ve ışık, şimdiye kadar görmediğim türdendi.  İki katlı bir sahne var önümüzde. 5-6 bölmeden oluşuyor herbir kat. Sürgülü kapaklarla açılıp kah bir hastane kah disko, kah Beethoven'ın odası kah kütüphane, kah bugün kah dün oluyor. Almanya sokakları oluyor, orman oluyor, mektup oluyor, yağmur oluyor, soyut resimler gösterilerek izleyici ne olmasını istiyorsa o oluyor! Çok az dekor malzemesi kullanılarak ışığın teknik ve estetik kullanımıyla bu kadar çok şey olabilmesinin ardında emeği bulunan herkesi tek tek kutlamak lazım.

1800'lü yıllarda Anton Diabelli isimli bir müzik yayımcısı, kısa (ve çoğu kişi tarafından sıradan bulunan) bir vals yazarak o zamanın en iyi 50 bestecisinden bu valsin varyasyonlarını yazmalarını ister. Bu varyasyonları toplayarak yayımlayacaktır. Ludwig van Beethoven dışındaki tüm besteciler bu isteği kabul ederler. Beethoven, maddi sıkıntıların da etkisiyle, başta reddettiği talebi kabul ederek 1 yerine 6-7 varyasyon yazmaya karar verir. Ancak bu işe girişince Diabelli'nin valsi bir saplantıya dönüşür ve yıllarını harcayarak tam 33 tane varyasyon yazar. Hiçbir özelliği olmayan, alelade bir vals için 33 varyasyon!

Günümüzde ise azimli, kararlı, disiplinli bir müzikolog olan Kathrine, katılacağı bir müzik sempozyumu için bu konuyu araştırmaktadır. Beethoven gibi başarılı bir bestecinin bu valsi neden bu kadar önemsediğini, neler düşündüğünü, neler hissettiğini, neyi kanıtlamak istediğini bulmaya çalışmaktadır. Hatta bunun için ALS hastalığının ilerlemesine aldırmadan Bonn'a gidip özel izinlerle erişebildiği kütüphane arşivlerini inceleme fırsatını kaçırmaz. Beethoven'in Diabelli valsine olan saplantısı gibi Kathrine de bu gizemi çözmeye saplantılı hale gelmiştir. Karakter olarak kendisinden oldukça farklı olan ve aralarının sıcak olmadığı anlaşılan kızı Clara'nın tüm itirazlarına rağmen Bonn'a gider ve araştırmalarına devam eder. Aslında erkek hemşire Mike (ki sonradan Clara'nın erkek arkadaşı olur), bu hastalığa sahip kişilerin genellikle içlerine kapandığını, tüm vakitlerini sevdiklerine, ailelerine ayırdıklarını; Kathrine'in böyle hırslı, coşkulu çalışmaya devam etmesinin kendisine moral vereceğini, dolayısıyla iyi olduğunu söyler. Tedavisi olmayan, oyundaki söylemiyle "öksüz" bir hastalığa yakalansak biz ne yaparız acaba? Önümüzde 2-3 yıl kaldığını söylese doktorlar, her şeyden elimizi eteğimizi çeker, sadece ailemizle mi vakit geçiririz? Yoksa 'zaten ne zaman öleceğimi bilmiyorum; belki akşam eve giderken kaza geçirip öleceğim, kim bilir' diye düşünüp normal seyrine devam mı ederiz hayatlarımızın? Ya da hangimizin ölümcül bir hastalıkta dahi peşini bırakmayacağı hevesleri var? Bir sırrı çözmek, bir kitap yazmak, bir enstruman çalmayı öğrenmek, okulu bitirmek, işte ilerleyerek bir yerlere gelmek...her ne olursa, daha önce ölmeyeceğimizi bilmesek de daha fazla yaşamayacağımız bile bile canla başla çalışmamıza devam etmemizi sağlayacak, bize yaşama motivasyonu sağlayacak bir hırsımız, tutkumuz olacak kadar şanslı mıyız?

Oyun, bu hikaye çevresinde hem günümüzde hem de 1800'lü yıllarda ikili bir zaman diliminde geçiyor. Paralel iki evren gibi 2 katlı bir dekorun alt katında günümüz, üst katında geçmiş zaman izleniyor. Ve bu zaman dilimleri bazen birbiriyle o kadar örtüşüyor ki; farklı şartlar altında farklı kişiler tarafından farklı kişilere, aynı kaygılar ile aynı sözcüklerin söylenmesi ve aynı endişeler ile aynı şekilde reddedilmesi insanı düşünmeye zorluyor. Özellikle ilk perdenin kapanış sahnesinin, bu anlamda oldukça etkileyici olduğunu vurgulamak gerekir. Aynı anda 3 ayrı sahne: Beethoven ile Schindler, Gertrude ile Katherine, Mike ile Clara; benzer ikilemler arasında, benzer kararlar vermeleri gerekiyor, benzer tepkilerle sakinleştirilmeye çalışılıyorlar... 


Oyunda, ilişkilerdeki dönüşümler de düşündürüyor insanı. Örneğin, Bonn kütüphanesinde kendisine yardımcı olan müzikolog Gertrude ile tanışıyor Kathrine ve zamanla bu tanışıklık -Kathrine kabul etmese de- bir arkadaşlığa dönüşüyor. Hemşire Mike ile Clara, Clara'nın önceki başarısız ilişkilerine ve işine bile bağlanamamasına rağmen iyi bir çift oluyorlar... Ve Kathrine ile Clara, kötü bir anne-kız ilişkisini bırakarak birbirlerini anlamaya çalışıyorlar.  Hatta daha önce birbirine hiç dokunmamış olan anne-kız, hastalık sayesinde dokunmayı öğreniyorlar.

Beni etkileyen bir başka sahne, kütüphanede özgün taslak sayfaların incelendiği sahnedir. Beethoven'ın kendi el yazısı, karalamaları, hatta çalışırken yediği çorbanın lekelerinin bile bulunduğu 200 yıllık sayfaları inceleyen bir müzikolog kendini ne kadar mutlu hissetmiştir kim bilir? Dünyanın en iyi bestecilerinden birinin ellerinin değdiği, ilhamını yansıttığı o kağıtların orijinallerini görme düşüncesi beni bile heyecanlandırıyorken ömrünün geri kalanını bu işe adamış biri için ne kadar özel bir andır... Sadece özel izin verilmiş kişilerin erişebildiği ve eldeki yağın dahi bulaşarak kağıtlara zarar vermemesi için eldiven ile dokunulan bu kağıtları inceleme fırsatı bulmak bile büyük bir ayrıcalık olsa gerek...

Oyunda Clara ile Mike'ın birlikte bir konsere gittiği ve yakınlaşmaya çalıştıkları sahnenin sıradışılığından da bahsetmek gerek. Bu sahne öncesinde bir hareketlilik oldu salonda. Sonra bir ışık yandı. Dekordaki tüm paravanlar kapalı. Birden bir görüntü yansıtıldı karşıya. Clara ve Mike, konsere gitmişler, biz seyircilerin arasında yan yana oturuyorlar! Hem değişik bir ortam yaratarak seyircinin dikkatinin dağılmasını önledi bu sahne hem de oyuncuların mimiklerinin, hareketlerinin daha iyi görülmesini sağladı. Ayrıca bu sahne hem Clara'nın hem de Mike'ın aklından geçenleri ayrı ayrı gösterecek şekilde kurgulanmıştı. Bu da ayrı bir hoşluk kattı oyuna.


Beethoven'ın inatçılığı, aksiliği, huysuzluğu da güzel yansıtılmış oyuna; çılgınlığı, maddi sıkıntıları, otoriteyi hor görmesi de... Onun günümüzdeki yansıması olan Kathrine de benzer sıradışılıklara sahip aslında. O da aksi, huysuz... Bonn'daki yıllarında kendisine hep yardımcı olan Gertrude için "yalnızca bir tanıdık" diyor, kızının endişelerini umursamıyor, tüm itirazlara rağmen bildiğini okuyor... Beethoven'ı bu kadar sevmesi, hastalıkla geçen ömrünün son yıllarını onu araştırmaya adaması, kendini ona yakın hissetmesinden belki de...

Oyun ilerledikçe geçmişte Beethoven'ın hem duyma yetisi kaybı hem de varyasyonların sayını artırıyor. Günümüzde ise Kathrine'in hastalığının etkileri çeşitleniyor. Örneğin başta sadece kaslarında zayıflama varken hastalık ilerledikçe duygusal istikrarsızlık, dilini kullanmada yetersizlik, önce yürüteçle yürüyebilme sonra hiç yürüyememe gibi etki "varyasyonları" artıyor. Yeri gelmişken belirteyim: bu hastalık belirtileri, İpek Çeken tarafından öyle güzel yansıtılıyor ki insana; rol yapmak bir yana, kadıncağızın başına sahne arasında bir şey geldi; yine de oyuna devam ediyor sanıyorsunuz!

Annesinin hastalığının ilerlemesi ile Bonn’a ona destek olmaya giden Clara, bir taraftan yıllarca hep mesafeli olduğu annesini tanıyor, diğer taraftan çorbalar yaparak, annesini temizleyerek, onun çamaşırlarını yıkayarak destek olmaya çalışıyor. Belki de ilk defa bu kadar sorumluluk taşıyor. Ama tesadüfen bir kafeteryada otururken öğreniyor annesinin kendini ifade edemeyecek duruma geldiğinde morfin ile uyutulma planını ve plan gereği yapılması gereken her şeyin çoktan hazır edildiğini! Bu plandan Gertrude’in haberi var, Mike’ın var; sadece kendisinin yok. Kızıyor Clara, sinirleniyor, annesinin bu kararına üzülüyor: “Sana kim baktı bunca zaman? Yemeğini kim yedirdi, çamaşırlarını kim yıkadı? Demek ben onlar için yeterliyim; ancak hayatında bu kadar önemli bir kararı paylaşman için yeterli değilim!” İletişim kuramayacak kadar ilerleyince hastalığı hayatına son verilmesi isteği değişik bir düşünce...Ya iletişim kuramayacak duruma geldiğinde fikrini değiştirirse o insan? Ya her şeye rağmen nefes almaya devam etmek isterse? Paralize olmuş bir beden içinde kıpır kıpır bir ruh hali varsa ya? Ayrıca, böylesine önemli bir kararı bir "tanıdık" ve kızının erkek arkadaşı olan hemşire ile paylaşıp da artık aralarındaki buzların eridiğini sandığımız kızı ile paylaşmaması da düşünmeye değer. Artık birlikte yaşamalarına, her anında kızının yanında olmasına, her şeyine yardım etmesine, kızının kendisini artık anne olarak görmesine rağmen Kathrine Clara'yı kızı olarak göremiyor anlaşılan... Gertrude, "Belli ki kızın senin için sıradan bir valsten öteye geçememiş." diyor Kathrine'e. Sıradan bir vals kızı...ya da Beethoven'ın varyasyonlarında olduğu gibi her şeyin özü, başlangıcı... Hiçbir şeye uzun süreli bağlanamayan babasına çekmiş olsa da Clara bu kadar önemsiz olabilir mi annesi için gerçekten?

Hastalığın artık son evrelerinde halüsinasyon görüyor Kathrine, Beethoven ile karşılaşıyor. "Siz ne yapıyorsunuz burada?" diyor. Beethoven, arafta olduklarını söylüyor; meleklerin müziğini duyunca cennetten kaçtıklarını açıklıyor. "Meleklerin müziğini duyunca keşke sağır kalsaymışım diyorum." Aslında Kathrine de bir çeşit arafta; ama o dünyanın arafında. Ölümcül bir hastalığa yakanmış ve hastalık gün be gün bedenini ele geçiriyor. Ölümü yakın; ama henüz ölmedi. Yaşıyor ama kısa zaman sonra kendini ifade dahi edemez olacak. O zaman ne yok olacak hayatta (hala yaşadığı için) ne de var olabilecek (iletişim kuramadığı için)... Bu karşılaşmada Beethoven, duyma yetisini kaybetmesinden de bahsediyor: "Sağır olmam tam 25 yılımı aldı! Bir gün duyma yetimin azaldığını görüp umutsuzluğa kapılıyordum; ertesi gün biraz daha iyi duyarak tekrar umutlanıyordum. Bu umut ve umutsuzluk arasında tam 25 yılım geçti. Sonra tamamen sağır oldum da rahatladım! Artık umut yoktu. Ve ben en güzel müziklerimi ondan sonra yaptım." Kesinlikle öyle, umut ile umutsuzluk arasında kalan bir insanın ne kadar yıpranacağını düşünebiliyorum. Hele ki bu umut, bir besteci için duyma yetisini kaybetme konusunda ise... Kathrine bu konuda daha şanslı belki; hastalığını öğrendiğinden beri neler olacağını biliyordu, umut-umutsuzluk arasında gel-gitleri olmadı. Yine de Beethoven'ın en güzel bestelerini sağır olduktan sonra yaptığını bilmek, bir sanat icra ederken 'ilham' kaynağının duyularla elde edilen bir şey değil, insanın içinde, ruhunda hissettiği bir şey olduğunu düşündürüyor insana... Beethoven bu sahnede, güzel bir de nasihatta bulunuyor Kathrine'a: "Bırak, direnmeyi bırak..." Sahi, insan direnmekten ne zaman vazgeçer? Elimizde mi iletişim kuramayacağımız bir aşamada iken hastalığımız, yaşamaya devam etmek ya da direnmeyi bırakıp 'olduğu kadarı'na razı olup huzur içinde ölmek?

32 tane varyasyon besteleyen Beethoven, kendisi için endişelenen yardımcısı Schindler'e "İstediğim gibi bir son bulamıyorum!" diyor. Her şeyin sonu kötü değil tabi, bazı sonları isteriz. Peki nasıl olacağını seçebilir miyiz? Beethoven'ın varyasyonlarına bir son bulması gibi Katherine de hayatının nasıl sona ereceğini seçiyor önündeki alternatifler arasından...

...

Dekorun sadeliğinden ve özgünlüğünden bahsetmiştim. Biz ortaya yakın bir yerde oturduğumuz için böyle bir sıkıntımız olmadı; ama bu dekorda salonun kenarlarındaki koltuklarda oturan seyircilerin bakış açısının daraldığını, bazı yerlerde sahneyi tam göremediklerini bazı yerlerde ise sahne arkasını dahi gördüklerini duydum. Ayrıca paravanlar açılıp kapanırken kaçınılmaz olarak çıkan sesler de rahatsız edici olabiliyor. 

Dekor ve ışığın güzelliğinin yanı sıra Beethoven'ın varyasyonlarının da canlı olarak dinletilmesinin, oyuna ayrı bir tat kattığını belirtmek lazım. Görsel olarak sahnede notalar uçuşurken bir taraftan da melodileri dinlemek gerçekten keyif verici. Hatta Beethoven'ı beste yaparken izlediğimiz sahnelerde onun mırıldanmasının yanında piyanonun sesini duymak, bestecinin kafasında canlanan melodiyi somut olarak duymamızı, bu anlamda onun iç dünyasına bir adım daha yaklaşmamızı sağlıyor.

Bir esere dönüşmüş sanatsal yapıtın hem kendisini hem de yaratılma sürecini gösteriyor oyun. Öznesiyle, nesnesiyle, tamlamalarıyla bir eserin ortaya çıkışına tanık oluyoruz 1800'lü yıllarda... Diğer taraftan, bir akademisyenin, hipotezinden yola çıkarak açığa çıkarmak istediği bir bilinmezin araştırılma sürecini, bu uğurda vazgeçilen şeyleri ve harcanan emeği izliyoruz günümüzde... Hastalıkları görüyoruz, insanı aşama aşama ele geçiren ölümcül hastalıkları; yapılan işe duyulan tutkuyu; arkadaşlığı; anı yaşamayı; arafı ve araftan kurtulmayı...

Değişim ve değişklik belki de vurgulanmak istenen. Her şey bir değişim döngüsü içinde hayatta. Hatta ölüm bile varoluşun bir başka formu, bir başka varyasyonu...

Belki de oyun, hiçbir şeyi hor görmemeyi anlatıyor... "Sıradan bir vals"in aslında insanın içini kıpır kıpır yapabildiğini, teknik olarak yeterli olmayan müziklerin bile insanların diline dolanabileceğini... Ve büyük bir müzik dehasının, tek bir varyasyon yazıp geçmek yerine yıllarını onlarca varyasyon yazmaya adamasında, melodinin bu psikolojik etkisini görmesi, hissetmesi yatıyor belki... Basit bir valsten bile muhteşem bir eser çıkarabileceğini göstermek değil Beethoven'ın amacı; böylesine etkileyici bir melodinin olabilecek tüm varyasyonlarını çıkarabilmek belki... Kim bilir, belki bu da değil, 32 varyasyon yazmış bestecileri geçmek için, sırf aşırı hırsından yazdı belki bu kadar varyasyonu... Net olarak bilinmeyen bir konu bu. O yüzden oyunun sonunda "şu yüzden yaptı" diye açıklamak yerine seyirciyi neden üzerine düşünmeye yönlendirerek bitirilse daha etkili olurdu bence... 

Ben kafamda sorularla, düşüncelerle ve en güzeli, düşündükçe ortaya çıkan fikirlerle çıktığım oyunları seviyorum. Bu anlamda 33 Varyasyon, hem iyi bir oyunculuk hem özgün bir ışıktan dekor izlediğim, hem Beethoven hem ALS hastalığı hakkında bilgiler edindiğim (ve daha fazlasını edinmek üzere içimde bir merak uyandıran), üstelik de bunu bir müzik eşliğinde yaptığım bir oyun olarak benim beklentilerimi fazlasıyla karşıladı.


Oyunun kitapçığının basılmamış olduğunu öğrendiğimde yaşadığım hayalkırıklığını da yazmalıyım buraya. Bu oyun ve işlenen konular hakkında değil kitapçık, kitap bile basılabilecekken... Koleksiyonum eksik kaldı işte:(

Selcan
18/12/2012
Ankara
   

2 yorum:

  1. aslında kitapçığı var oyunun. Bi arkadaşım 11 Kasım'da gitmişti, o zaman alıp üstüne tarih atmış, ordan biliyorum..

    YanıtlaSil
  2. Tiyatroda görevlilere sorduğumuzda henüz basılmadığı bilgisi verilmişti. Kandırılmışız anlaşılan:)

    YanıtlaSil