19 Kasım 2011 Cumartesi

Orkestra


12/11/2011
Stüdyo Sahne

Klasik 'salona gir, perdenin açılması ile sahnede gösterilen oyunu uzaktan izle' deneyiminden çok daha farklı bir deneyim yaşatacak bir oyun bu. Öncelikle oyun, sahnenin dışında, ta binanın girişinde başlıyor. Erken gelip de oyun saatini, girişteki masalarda oturarak bekleyen izleyiciler de bir anda kendini oyunun bir parçası olarak buluyorlar!

Bir restoran burası. Nazilerin yahudileri topladığı kamplardan biri olan Auschwitz kampından her nasılsa kurtulmuş 3 kadın, 30 sene sonra Brüksel'de buluşuyorlar. Birden, belki unutmak belki de unutmamak için kendilerini zorladıkları geçmişe dönüyorlar. Bir anda bir tren sesi ve bağrışmalar içinde bina dışından nazi askerlerinin copları arasında insanlar koşturuyor içeri. Bu esirler ilerdeki vagona bindiriliyorken seyirciler de bir anda esirler gibi vagonun olduğu alana sokuluyor. Etrafımızda nazi askerleri, düdükler, coplar ile vagonda olanları izliyoruz...

Oy
unun vagon kısmı bitince -yani tren kampa ulaşınca- esirler yine itiş kakış vagondan indirilerek salona sokuluyor. Ardından seyirciler, nazi askerlerinin copları ile bağırtılar arasında içeri giriyor. İçerisi karanlık, korkunç... Etrafta askerler dolanıyor, köpekler havlıyor! O ortam bile yetiyor, yaşananların ne kadar insanlık dışı olduğunu anlamaya... Hele bir de esirlere yaptıkları muameleleri görünce; kıyafetleri, yemekleri, askerlerin davranışları, gaz odalarına insanların gönderilişi... Oyun, o günleri çok güzel yansıtıyor izleyiciye...

"ARBEIT MACHT FREI" kampın sloganı. "Çalışmak özgür kılar" olarak çevirmişle
r oyunda. Çalışmak... Yaşamak için tek yaptığın bu! Çalışamıyorsan, hastaysan, sakatsan zaten ölüsün orada!



Oyunun ana temasında da çalışan, çalışmak zorunda bırakılan müzisyenler var. Bir kadınlar orkestrası; ki bu kadınların hayatta kalmalarının bir tek koşulu var: iyi bir orkestra olmak ve kendileriyle aynı yazgıyı paylaşan tutukluların işe gidişlerine, gaz odasına gönderilmelerine müzikleriyle eşlik etmek... Hem de verdikleri konserlerle klasik müzik düşkünü cellatlarını memnun etmek! İyi bir orkestra oldukları ve istenen eserleri düzgün çalabildikleri sürece hayatta kalabilecekler, bu onlar için bir şans gibi görünebilir. Ama bu mudur gerçek sanatçının yapması gereken? "Sen sanatçısın. Nerede, nasıl, hangi şart altında olursa olsun sanatını en iyi şekilde ifa etmeyi hedeflemelisin." diyor orkestranın şefi Alma. Peki ya bu, arkadaşlarının gaz odasına gönderilişinde canileri eğlendirmek için de geçerli mi? Bu canavarlığı yapanları eğlendirdiğini bilmek sanatın, sanatçının anlamını sorgulatmaz mı insana? Müziğin, bu muhteşem sanatın böyle bir vahşete alet edilmesine hem tanık hem aracı olmak koymaz mı insana!
Ünlü bir şarkıcı da vardır kampta esirlerin arasında: Fania. Ve onun hayranı kadınlar, erkekler... Hayranlarından biri zaman zaman ortaya çıkıp "Fania! Yaşa!" diyor. Yaşamak... Bu kampta tek gaye hayatta kalmak mı? Yaşa, inatla yaşa, her şeye rağmen yaşa, düşmana inat bir gün daha yaşa! Peki ya insanca yaşamak? Onuru kırılmadan, aşağılanmadan yaşamak? Sırf "insan" olduğu için birbirini sayan insanlar olamadıktan sonra, Polonyalı, Yahudi, Alman, komünist, direnişçi, asker olup olmadığını umursamadıktan sonra...yaşamak için umut kalır mı insanda?

Oyunun yönetmeni Ayşe Emel Mesci, şunları söylüyor oyun hakkında:
Arthur Miller'in senaryosunun adı Playin For Time. Zaman Kazanmak için Müzik Yapmak diye çevrilebilir. Orkestra üyeleri, bir nazi subayının komutuyla her an sona erebilecek hayatlarını biraz daha uzatmak umuduyla konserler verirken bir yandan da 'hayatın kendi ritmi içinde' kalmaya devam ediyorlar. Oyunu sahneye koyarken şu soruyu sık sık sordum kendime: Evet, ölçek, koşullar, dönem, her şey apayrı; ama biz çok mu farklıyız? 'Zamanı biraz daha uzatmak' için nelere göz yumuyoruz şu adaletsiz dünyada? Bizim "orkestra"mız kimler için çalıyor peki?

Oyundaki müzikler de canlı. Bizzat oyuncular tarafından çalınıyor. Bu da oyunu benzersiz yapan özelliklerden biri...
Oyun, kah ön sahnede kah arkada, kah yukarda kah aşağıda devam ediyor. Binanın her yanını sahne olarak kullanmışlar. Sahne düzenlemesi çok başarılı. Etraftaki tel örgüler, yataklar, vagon, gaz odaları, yukarıda askerlerin gelip gittiği, köpeklerin havladığı koridorlar...

Oyuncularl
a izleyiciler iç içe. Hatta dikkat edin, yanınızda oturan kişi seyirci değil, bir oyuncu bile olabilir! Oyunun arasında ve sonunda da sürprizler var!

Sahnede bir de ekran var. Olayların gerçek görüntülerini tüm yalınlığıyla gösteriyor seyirciye... O zamanlarda yaşananları tüm çıplaklığıyla sergiliyor. Oyundaki yaş sınırına kesinlikle uyulması gerektiğine, o görüntüleri görünce ikna olacaksınız! Oyundan, nedense Maria Mandel ile Fania Fenelon'u canlandıran Miraç Eronat ile Zeynep Hürol'un rollerini değiş tokuş yapmaları daha güzel olacakmış gibi bir hisle çıktım. Onun dışında giysilerinden dekoruna, müziklerinden ışığına kadar her şeyini çok beğendiğim bir oyundu. Hem kendinizi o günlerde yaşayanların yerine koyup onların yaşadıklarını biraz olsun hissedebilmek hem de alışılmıştan çok farklı bir tiyatro deneyimi yaşamak için kaçırılmaması gereken bir oyun.
Oyundan sonra insanın diline bir şarkı takılıp kalıyor:
Bugün dua ettim hepimiz için.
Yüce Tanrı insanı affetsin!..


Selcan
12/11/2011
Ankara

2 yorum:

  1. Yazdıklarını okuyunca oyunu izlediğim zamana yolculuk yaptım birden. Ankara sahnelerindeki oyunları izleyip üstüne bir şeyler yazan birini görmek mutluluk verici. Umarım blogumda yazdığın gibi yeni yazılar yazma ilhamı gelmiştir. Yazdıklarını okumak da keyif verdi. Bir Savaş Hikayesi de izlenimler adına sana katıldığım oyunlardan biri. :) Diğerleri ise maalesef kaçırdığım oyunlar. Bu sene hangi oyunları izledin?

    YanıtlaSil
  2. Bu sezon tiyatro izleme performansımız, geçen seneye göre biraz daha iyi:) Trabzon Devlet Tiyatrosu'nun Ankara'da sahnelediği "Ben Feuerbach" isimli oyunu izledim ekim ayında. Sonra Jerry ve Tom, Cesaret Ana ve Çocukları (bunun yorumlarını ekledim) ve Kış Gelmeden... Bu hafta da Hürrem Sultan oyuna biletimiz var. Ayrıca, bu sezon oynayan birçok oyuna geçen sezon gitmiştik. Gidemeyip gidebilmekten de umudu kestiğim tek oyun "Bir Delinin Hatıra Defteri" :)

    YanıtlaSil