ANKARA - Nihat’ın ya da Arda’nın attığı gollerin fotoğrafı mı, sınır ötesi operasyondan kareler mi, başörtülü lider eşlerinin pozları mı? Son dönemden aklımızda hangi kare kalacak derseniz, benim cevabım tek; Datça sahillerinde yatan, kuyruğuna iple parke taşları bağlanmış ölü yunus fotoğrafı...
Bizi bu kadar iyi anlatan bir fotoğraf uzun süredir görmedim, muhtemelen de göremem...
Fotoğrafı gördüğüm andan beri, parke taşı bağlı ipin yunusun kuyruğunda bıraktığı izi kendi kollarımda, bacaklarımda hissediyorum.. O ipler benim bacaklarımı sıkarken koşmaya çalışıyorum..
Açıklarda teknemizle yarışan, eşlik eden, derinlerden haberler getiren, denizlerin bu deli mavi yunusunu, kuyruğundaki kiloluk kaldırım taşlarıyla sıçramaya çalışırken düşündükçe, ben boğulur gibi oluyorum...
Bu sadece hayvan sevgisi değil, bu sadece bir canlıya alçakca kıyılmasına duyulan bir öfke değil...
Yunusun ölürken yaşadıkları hakkında sayfalarca yazabilirim, ona kıyan caninin haleti ruhiyesi hakkında, ona verilmesi gereken ceza konusunda günlerce konuşabilirim..
Ama asıl üzerinde konuşmamız gereken bu fotoğrafın beni şaşırtmaması.. Asıl tartışmamız gereken bu fotoğrafın tanıdık gelmesi, çok da fazla yadırganmaması.
Yok, yok, “biz zaten cani olduk, işsizlik, yoksulluk insanların ahlakını bozuyor, acımadan kesip biçiyoruz” demiyorum... Bunları zaten biliyorsunuz.
Bu fotoğrafın beni şaşırtmamasının asıl sebebi; yunusun da, yunusu öldürenlerin de, yunusu öldürme biçimlerinin de “bizi” hatırlatması...
O fotoğraf şaşırtmıyor, çünkü tanıdık geliyor, çünkü o fotoğrafta biz varız, çünkü bizim dramımız var..
Biz değil miyiz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları değil mi, yıllardır kuyruğuna taş bağlı yunus gibi çırpınıp duran?
Ne zaman başımızı kaldırsak, ne zaman güneşe doğru, aydınlığa doğru sıçramaya kalksak, ayağımıza, kuyruğumuza bağlı taşlar bizi dibe çekmiyor mu?
Pekiyi bu zavallı yunusun kuyruğuna parke taşlarını kim bağladı? Biz, bizden birileri değil mi?
Pekiyi bizim kuyruğumuza taşları kim bağladı, kim bağlıyor? Yine biz, bizden birileri değil mi?
Yüzde 47 destekle gökyüzüne değebilecek kadar sıçrama şansı yakalayanlar, türban, içki yasağı vs. deyip, yüzde üç-beşlik oy kaygılarıyla kendi taşlarını kendileri bağlamıyorlar mı?
Milletten muhalefet yetkisini bile güç bela alabilenler, bütün stratejilerini “iktidarı yıpratmak, her ne olursa olsun yaptırtmamak” üzerine kurunca taşları kime bağlıyorlar?.. O taşlar yalnız iktidarın sıçramasını mı önlüyor, yoksa sıçrayamayan biz miyiz?
“Bizdendir, ekiptendir” denerek, hiç haketmediği, dahası beceremeyeceği koltuklara oturtulanlar, kimin ayağına bağlanan taşlardır?...
“Laiklik elden gidiyor” diyerek demokrasiyi katletmeyi göze alanlar;
“Din elden gidiyor” diyerek demokrasinin katledilmesine yol açanlar;
“Vatan, millet, devlet” diyerek çeteleşip, soyup, sömürenler;
“Allah, peygamber,din” diye sermayelenerek soyup, sömürenler;
kimin ayağına bağlanan taşlardır?...
Son bir soru;
Datça sahillerinde kuyruğunda bağlı parke taşlarıyla yatan ölü yunusa mı daha çok yanacağız, yoksa her yukarı çıkmak istediğinde, ayağındaki taşların geri tepmesiyle iki kat dibe batan “Çılgın Türklere, Aslan Kürtlere, Can Alevilere, Mümin Kardeşlere mi?”
Ümit Sezgin
KAYNAK: http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/450352.asp
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder