27 Aralık 2006 Çarşamba
Atatürk gelse..
VAKTİ-saati gelip çattı ve Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin yıldönümünde, işte ben yine "Ya Atatürk çıkıp gelse" yazımı yazıyorum:
Gazi, yanında silah arkadaşları, beyaz bir atın üzerinde Ahlatlıbel’den gözüktü, aşağıdaki Ankara’ya bakıp İsmet Paşa’ya sordu:
"Yanlışlıkla Meksiko City’e inmiş olmayalım Paşa, bu ne?.."
"Angara..."
"Şu dumandan ucu gözüken ne?.."
"Atakule..."
"Vatanı beton ile örtmüşler, kulenin ucu açıkta kalmış demek... Peki bu kendi etrafında dönüp duran efendi, oynamayı unutmuş Ankara seymeni midir?.."
"Hayır Gazi Hazretleri, o Başvekil Tayyip Bey..."
Gazi Başvekil’e dönerek:
"Söyle bakalım Başvekil, bu her taraftaki delikler ne, düşmanın top ateşine karşı müdafaa hattı mıdır?..."
"Altgeçit Atam..."
"Bu soba borusu nevinden havadakiler ne?.."
"Üstgeçit..."
"Peki, muasır medeniyet seviyesine geçit temin edilmiş midir?.."
"Hedef buyurduğunuz istikamette hayırlara vesile olacak şekilde ilerleme sağlanmış, şükürler olsun ki dış itibarımız son yetmiş yılın en yüksek noktasına yükselmiş, Allah’ın izni ile yabancı sermaye bilhassa bankacılık, turizm, sanayi, haberleşme, ulaşım, konut alanlarına akın etmişlerdir..."
Gazi, İsmet Paşa’ya eğilerek:
"Biz Büyük Taarruz’da akını püskürttük, demek ki dönüp öte yandan gelmişler..."
Ata, kırbacı ile işaret ederek:
"Şu cüz hocası kılıklının elindeki flama ne, Suudi Kralı da mı bizi karşılamaya gelmiştir?..."
"Hayır, o Büyükşehir Belediye Başkanı, elindeki de Ankara’nın amblemi Gazi Hasretleri..."
At binemedikleri için bir at arabasının içinde bekleyenleri göstererek sorar Gazi:
"Bunlar kim, hamamcı esnafı mı?..."
"Kabine üyeleri..."
"Mekteb-i Mülkiye’den midirler?.."
"Hayır Gazi Hazretleri, ekseriyet imam-hatip’ten..."
Gazi, kabine üyelerine "Memleketin durumu nedir?" diye sorduğunda, onlar hep bir ağızdan "Hamd olsun..." diye bağırırlar.
İsmet Paşa’nın kulağına eğilir Gazi:
"Hilafeti kaldırdık da laikliğe geçtik gibi aklımda yanlış kalmış demek ki..."
Bekir Coşkun
27 Aralık 2006, Hürriyet
24 Aralık 2006 Pazar
Kısmet?
Kazanmayı çok istediğim yerlerden biriydi. Yaparken keyif alacağımı düşündüğüm işlerden biri.. Dünden beri içimde büyüyen pişmanlığı, üzüntüyü, acıyı anlatmak zor. Orada tanıştığım insanlar, orda çalışan ve bize yardımcı olmak için haftasonu da gelenler, yani kazansaydım birlikte çalışacağım insanlar.. Hepsi o kadar sıcakkanlı, o kadar iyilerdi ki.. Sanırım beni asıl üzen o oldu. Zaten bir işim var, iyi kötü maaş alıyorum. Ama annem-babam yaşındaki insanlarla birlikte çalışmak yerine akranım insanlarla, benim gibi olan, beni anlayan insanlarla çalışmak çok daha farklı olurdu elbette. Kafamı taşlara vursam ne fayda! İyi geçmedi mülakat.. Daha iyi olmalıydım, daha çok çalışmalıydım. İki hafta boyunca bununla uğraştım, konuyla ilgili her şeyi takip ettim. Ama anasaya hukukundan, maliyeden, vergiden vs soracaklarını düşünemedim. AB uzman yardımcısı olsa bile nihayetinde Maliye Bakanlığı orası, maliye ile ilgili sorular geleceğini düşünmeliydim!
Hayatım hep böyle pişmanlıklarla mı geçecek? İnsanın yaşı büyüdükçe hataların ve pişmanlıkların boyutu da büyüyor galiba.. Geldiğim nokta: Aklı başında, iyi eğitim almış, görgülü, kültürlü, kaliteli insanların varlığından bihaberken, boş insanlarla harcadığı yıllar sonrasında yapmak istedikleri ile yapmak zorunda oldukları arasındaki uçurumu idrak etmiş ve çeyrek asırlık yaşına rağmen yaşamaya yeni başlamış gibi şaşkın bir Selcan..
Kısmet mi bütün bunlar, yoksa kendi başarısızlığımıza, beceriksizliğimize ya da yalnızlığımıza uydurduğumuz bir kılıf mı sadece?
Selcan
24/12/2006
8 Aralık 2006 Cuma
Sesime Ses
Ben 24 yaşında üniversite mezunu biriyim. Mezuniyetten beri hedefim kamu kurumlarında uzman yardımcısı olarak çalışmaktı. Bunun için öncelikle KPSS'den belli barajları tutturabilmek gerekiyor. Zira kurumlar kendi seçtikleri puan türlerinden barajlar belirleyerek sözgelimi "P54 puan türünden 85 ve yukarısında puan alanları" yazılı sınava kabul ediyorlar. Sonra ikinci aşama olan kurum sınavı gerçekleştiriliyor. Sözkonusu yazılı kurum sınavını da geçenler bu defa sözlü sınava alınıyor. İşte asıl sorun da burda başlıyor. Kamu personeli alımında torpili, kayırmayı engellemek için getirilen KPSS, sözlü aşamasına gelebilmek için basit bir formalite olmaktan öteye gidemiyor. Zira kurumlar kendi barajlarını belirlemekte serbestler. Kimi kurum KPSS'den 90 üzeri alanı sınava kabul ederken, kimileri de 70-75'e kadar indirebiliyor barajı. Ve 75 barajı olan bir kuruma 95 puanla başvurmanızın size hiçbir artısı olmuyor. Dahası, kurumun yaptığı sınavdan yüksek notlar almanızın da bir önemi yok. Sözlü sınav için genel kabul gören uygulama, açılan kadronun 4 katı kadar adayın yazılı sınav sonrasında mülakata alınmasıdır. Ancak bu konuda da kurumlar değişik uygulamalara gidebiliyorlar. Genel uygulama böyle olmasına rağmen, bazı kurumlar yazılı sınavlarında 70 alan herkesi sözlüye davet ediyor. Böyle durumlarda, ilginçtir, yazılı sınavı geçen en az 150 kişi oluyor! Özellikle KPSS barajının düşük tutulmasını, yazılı sınavın basit olmasını ve yazılıyı geçen (geçirilen) herkesin sözlüye alınmasını kararlaştırarak sözlü aşamaya istedikleri adayların katılmasını sağlayabiliyor, sözlü-mülakat sonucunda da o adayları kazandırabiliyorlar.
Benim KPSS puanlarım 80-95 arasında ve kurumların KPSS barajlarını geçerek sınavlarına girmeye hak kazanıyorum. ODTÜ'de yüksek şeref öğrencisi olmamı, KPDS'den A seviyesinde yabancı dil bilmemi de bir kenara bırakırsak kurumların yazılı sınavlarını geçecek kadar da bilgi birikimim var. Ayrıca ders dışında çeşitli aktivitelerle de kendimi geliştirmeye çalıştım. Etkili ve Güzel Konuşma kursundan fotoğrafçılık kursuna kadar çeşitli kurslara, seminerlere katıldım. Hem eğitim hem kültür hem de zeka bakımından her kuruma girebilecek kapasitedeyim. Ancak başta da bahsettiğim gibi 2005 Haziran'ından bu yana girdiğim sınavları hep sözlü aşamasında kaybettim. Ne kötü ki; bu tür uzmanlık, müfettişlik, kontrolörlük gibi kadrolara giriş sınavına bir standart getirilmediği, sözlülerin kaldırılmadığı sürece, sınav komisyonunda ya da hükümette tanıdığı olmayan insanların, tüm donanımlarına, yeteneklerine rağmen sınav kazanması mümkün değil. Bu konuda bana ve benim durumumda olanlara bir yol göstermenizi istiyorum. Yaptıklarımız bize sınav kazandırmasa, yüksek maaşlı işler getirmese de en azından kamuoyu oluşturabilmeli; haksızlıkların, torpilin olağan görülmesini engelleyebilmeliyiz. Bu durum gençler arasında öylesine kanıksanmış ki; aday kayırmaya son vermek için mücadele etmek yerine herkes kendini kayıracak adam bulma telaşına düşmüş durumda. Bunu durdurmanın elimizde olduğuna inanıyorum; ancak sesim başka seslerle birleşmediği sürece kuru gürültüde kaybolup gidiyor. Lütfen sesime ses katmama yardım edin.. Saygılarımla..
Selcan
08/12/2006
Ankara
25 Kasım 2006 Cumartesi
Keşke..
.
Bırak!
Saygından kuşkum yok.
Hatırımdan kalıyorsan
Hiç kalma, bırak!
Sensiz olmaya itirazım var,
Canımı çok yakacak.
İzlerin bana yeter..
Keşke oyunlar oynamasaydık..
Üzülmeseydi şarkılar;
Hala sana yazılıyorlar..
Hala buram buram sen kokuyorlar.
Bırak!
Sevginden şüphem yok.
Arkadaş kalıyorsak
Ben yapamam, bırak!
Sessiz kalmaya ihtiyacım var,
Yalnızlığı sen özledin.
Uzak dur bana yeter..
Saygından kuşkum yok.
Hatırımdan kalıyorsan
Hiç kalma, bırak!
Sensiz olmaya itirazım var,
Canımı çok yakacak.
İzlerin bana yeter..
Keşke oyunlar oynamasaydık..
Üzülmeseydi şarkılar;
Hala sana yazılıyorlar..
Hala buram buram sen kokuyorlar.
Bırak!
Sevginden şüphem yok.
Arkadaş kalıyorsak
Ben yapamam, bırak!
Sessiz kalmaya ihtiyacım var,
Yalnızlığı sen özledin.
Uzak dur bana yeter..
20 Kasım 2006 Pazartesi
Ankara'da kar..
Olumsuz düşüncelerle kararmış dünyalarımıza hayal bile edemeyeceğimiz bir aydınlık katıyor kar. Her taraf bembeyazken hava da daha bir temiz kokuyor sanki. Soğuğun da etkisiyle belki, insan gerçekten yaşadığını hissediyor karda. Acılar geçmiyor, sıkıntılar hafiflemiyor; ama huzur buluyor insan karda!
Selcan
5 Kasım'06
Ankara bembeyazken..
10 Kasım 2006 Cuma
İzindeyiz
.
Gidişinin 68. yılı.. Önceleri şiirler okunan, marşlar söylenen, törenlerle anılan bir gündü bugün benim gözümde. Sonra, daha iyi öğrendikçe bu vatan için ne şartlar altında, ne zorluklarla mücadele edildiğini ve çevremde olup bitenlerin art niyetlerini anlamaya başladıkça yüreğim sızlıyor.
Özellikle de bu gün..
Sirenlerin çaldığı o saatte..
O ses ve o sessizlik..
Sanki ok ok olup yüreğime saplanıyor.
Umarım görmüyorsundur bizi. Umarım, bitti dendiği anda yeniden başlattığın bir ruhun, dağıldı dendiği anda yeniden toparladığın vatanın şimdi ne halde olduğunu bilmiyorsundur.. Emanetine sahip çıkamadık Atam, övüneceğin bir gençlik olamadık..
"İzindeyiz!" dedik; ama izinden gelemedik..
Selcan
Kasım '06
Gidişinin 68. yılı.. Önceleri şiirler okunan, marşlar söylenen, törenlerle anılan bir gündü bugün benim gözümde. Sonra, daha iyi öğrendikçe bu vatan için ne şartlar altında, ne zorluklarla mücadele edildiğini ve çevremde olup bitenlerin art niyetlerini anlamaya başladıkça yüreğim sızlıyor.
Özellikle de bu gün..
Sirenlerin çaldığı o saatte..
O ses ve o sessizlik..
Sanki ok ok olup yüreğime saplanıyor.
Umarım görmüyorsundur bizi. Umarım, bitti dendiği anda yeniden başlattığın bir ruhun, dağıldı dendiği anda yeniden toparladığın vatanın şimdi ne halde olduğunu bilmiyorsundur.. Emanetine sahip çıkamadık Atam, övüneceğin bir gençlik olamadık..
"İzindeyiz!" dedik; ama izinden gelemedik..
Selcan
Kasım '06
7 Kasım 2006 Salı
Köprüden Önce Son Çıkış
Bu gökkuşağı bile betondan kent -ki çoğu zaman benden tenha- ve yüreğimdeki çiçekleri umursamaksızın beni çiğneyen arabalar, yollar ve bu kalabalık;
Öylesine yaşamak mesaisinde hep
Ve her görüşümde yollarda
Mutlu yüreğimi ürküten, içimdeki mavi gözlü çocuğun en güzel oyuncağını: düşlerimi inciten, ağızlar dolusu ve en büyük harflerle KURAL diye bağıran o malum uyarı:
KÖPRÜDEN ÖNCE SON ÇIKIŞ
Görülesi değil midir ötesi köprünün?..
Ya bir kalp atışı kadar yaklaşacaksam aradığım her ne ise'ye..
Ya düşlerimin en cesur kuşu konmak üzereyse düş bahçemin ekinine..
Yarını bilmemekteki o gizemli cazibe değilse tüm acıları ve acımasızlığına rağmen 'Yaşamak güzel!' dedirten, söylesene nedir?
Ya köprünün sonundaki geceyse çaresi fırtınalar vadisinde yalnız bir kır çiçeği küskünlüğümün..
'Köprüden önce son çıkış'
Yaşamakla örselenmiş tüm yüreklerin saklı ve sinsi kaygıları..
Kabusları, yani sevmek korkaklığı!
Düşlerine senaryo yazmaktan ürken, hayata ve onu yaşamaya erkenden kırık not vermiş, aşkın, mutluluğun -delinin kuyuya attığı taşların- tek ve doğru bir açıklaması olduğuna inanmış yüreklerin kuralları...yasakları...doğruları...
Doğru nedir anlatsana!
Nasıl yaşar, neyle beslenir?
Bencil mi yoksa sevecen midir?
Gözleri var mıdır mesela
Ve varsa bile seninkiler kadar güzel midir?
Artık çok geç, köprüdeyim.
Arıyorsam, arıyorsam yanıtları
Soruyorsam ve sorguluyorsam
Ve bir anlamı olmalı diyorsam her çarpışında yüreğimin..
Yaşamak zor bi' oyun!
Sen, şarkılar söylemeye devam ettiğim,
Benimlesin biliyorum.
Düş tarlamın,
Kuralsız, yasaksız, doğrusuz bahçemin ekini
Nerdesin?
Feridun Düzağaç
Bin900doksansekizinci 17 Mart gecesi
03:57 İstanbul
5 Kasım 2006 Pazar
Şartlar
Anladım!
Şarkıda da diyor ya "Ne sen o eski sen, ne ben o eski ben.. Biz miydik yoksa zaman mı değişen?" Değiştik biz de.. Artık eskiden olduğumuz insanlar değiliz.
Aslında çok da ortak yönümüz yoktu belki. Çok da iyi anlaşmıyorduk. Çok büyük sırlar paylaşmadık. Aslında çok farklı dünyalardayız biz.. Eskiden de öyleydik belki de. Sadece.. O zamanlar benzer sıkıntılar içindeydik, benzer boşluklarda, benzer ihtiyaçlarda.. Bizi birbirimize yakınlaştıran kişiliklerimiz değildi, şartlarımızdı! Ben seni o şartlar altında, senin o şartlarda davrandığın halinde sevdim. Ve sen benimle o şartlar altında, ben o şartlarda nasıldıysam o halimle vakit geçirdin. Yani "o şartlar"dı bizi bağlayan. Şimdiyse değişti şartlarımız, tavırlarımız, düşüncelerimiz.. Ve sevdiklerimiz.. Ve sevmediklerimiz.. Değişti her şey, değiştik biz de. Artık ne ben seni seven Selcanım, ne de sen benim sevdiğim kişisin.
Bir gün, farklı şartlar altında, farklı insanlar çıkacak karşımıza ve biz "o şartlar altında" seveceğiz yeniden.
Ta ki şartlar yeniden değişene kadar..
Anladım!
Selcan
Kasım '06
3 Kasım 2006 Cuma
No Bravery in Your Eyes Anymore!
.
There are children standing here,
Arms outstretched into the sky,
Tears drying on their face.
He has been here!
Brothers lie in shallow graves.
Fathers lost without a trace.
A nation blind to their disgrace,
Since he's been here!
And I see no bravery,
No bravery in your eyes anymore.
Only sadness..
Houses burnt beyond repair.
The smell of death is in the air.
A woman weeping in despair says,
He has been here!
Tracer lighting up the sky.
It's another families‚ turn to die.
A child afraid to even cry out says,
He has been here!
And I see no bravery,
No bravery in your eyes anymore.
Only sadness..
There are children standing here,
Arms outstretched into the sky,
But no one asks the question why,
He has been here.
Old men kneel and accept their fate.
Wives and daughters cut and raped.
A generation drenched in hate.
Yes, he has been here!!
And I see no bravery,
No bravery in your eyes anymore.
Only sadness..
Arms outstretched into the sky,
Tears drying on their face.
He has been here!
Brothers lie in shallow graves.
Fathers lost without a trace.
A nation blind to their disgrace,
Since he's been here!
And I see no bravery,
No bravery in your eyes anymore.
Only sadness..
Houses burnt beyond repair.
The smell of death is in the air.
A woman weeping in despair says,
He has been here!
Tracer lighting up the sky.
It's another families‚ turn to die.
A child afraid to even cry out says,
He has been here!
And I see no bravery,
No bravery in your eyes anymore.
Only sadness..
There are children standing here,
Arms outstretched into the sky,
But no one asks the question why,
He has been here.
Old men kneel and accept their fate.
Wives and daughters cut and raped.
A generation drenched in hate.
Yes, he has been here!!
And I see no bravery,
No bravery in your eyes anymore.
Only sadness..
2 Kasım 2006 Perşembe
Eskisi Gibi Olmaz
.
Aşka düştüm, üstüne sevdim, vur deyince öldürdüm.
Gönül verdim, kalbe doğdum, hatrını saydım.
Selam aldım, selam verdim, kal dediğin yerde kaldım.
İyi, kötü, bir hoş oldum, ayağına geldim.
Ağız yaptım, şekle soktum, para çektim.
Arka çıktım, yara açtım, yaralandım.
Cennetin kapısını açtım.
Gördüklerimden sonra, ah yaşamak var ya,
Hiçbir zaman eskisi gibi olmaz.
Gördüklerimden korkma, ah mutluluk var ya,
Hiçbir zaman eskisi gibi olmaz..
Gönül verdim, kalbe doğdum, hatrını saydım.
Selam aldım, selam verdim, kal dediğin yerde kaldım.
İyi, kötü, bir hoş oldum, ayağına geldim.
Ağız yaptım, şekle soktum, para çektim.
Arka çıktım, yara açtım, yaralandım.
Cennetin kapısını açtım.
Gördüklerimden sonra, ah yaşamak var ya,
Hiçbir zaman eskisi gibi olmaz.
Gördüklerimden korkma, ah mutluluk var ya,
Hiçbir zaman eskisi gibi olmaz..
1 Kasım 2006 Çarşamba
Tek Yol
.
Böyle yazıyordu oyunun tanıtımında.. İtiraf etmeliyim ki; komedi türünde olduğu aklıma gelmemişti bunu okuyunca. Daha duygusal bir oyun bekliyordum. Beklentimi karşılayamamış olması da oyun hakkındaki beğenime yansıdı ister istemez. Tiyatro oyunlarının güldürmesine gerek yok bence, düşündürmesi yeterli. Hatta mümkünse hiç güldürmesin, sadece düşündürsün. Kahkaha seslerinin arasında oyuncuların sesi duyulmaz oluyor zira.. Bunda da oldu.. Oyun, sonuna kadar küçük iç-oyunlarla güldürdü(!). Ancak sonunda geldi sadede: dürüst, onurlu bir yaşam için tüm yollar kapalıysa, kalan tek yolu seçmemek mümkün mü? Bazen öyle durumlar olur ki; sen kötü olmak istemesen de, art niyet taşımasan da, yani senin tercihin olmasa da o konuma gelebilirsin.. Örneğin herkes seni müslüman olmak isteyen bir hristiyan sanıyorsa ve açıklamana imkan tanımadan kendi kafalarında kurduklarına inanıp sana çok iyi davranıyorsa; gerçeği açıklar ve din kardeşi olmanıza rağmen kapı dışarı edilmeyi mi seçerdiniz, yoksa 'onlar başlattı' diyip oyuna devam mı ederdiniz?
‘Suç’, yalnızca kişinin sorumluluğunda olan ve toplumsal sistemin kurallarına aykırı düşen bir davranış mıdır? Yoksa, toplumsal sistemin yanlışlıkları, eksiklikleri, kişiyi zorunlu olarak ‘suç’ işlemeye mi iter? ‘Suç’, insan için kaçınılmaz ve zorunlu bir ‘Tek Yol’ mudur? Kişiyi ve toplumu ortak ve onurlu bir sistem anlayışında buluşturacak olan ‘Çıkar Yol’ nerededir ve bunu kim yaratacaktır? Aziz Nesin'in düşüncelerini binlerce yıllık seyirlik oyun geleneğimizle biçimleyerek, yorumlayarak, seyircimizle buluşturuyoruz...
Böyle yazıyordu oyunun tanıtımında.. İtiraf etmeliyim ki; komedi türünde olduğu aklıma gelmemişti bunu okuyunca. Daha duygusal bir oyun bekliyordum. Beklentimi karşılayamamış olması da oyun hakkındaki beğenime yansıdı ister istemez. Tiyatro oyunlarının güldürmesine gerek yok bence, düşündürmesi yeterli. Hatta mümkünse hiç güldürmesin, sadece düşündürsün. Kahkaha seslerinin arasında oyuncuların sesi duyulmaz oluyor zira.. Bunda da oldu.. Oyun, sonuna kadar küçük iç-oyunlarla güldürdü(!). Ancak sonunda geldi sadede: dürüst, onurlu bir yaşam için tüm yollar kapalıysa, kalan tek yolu seçmemek mümkün mü? Bazen öyle durumlar olur ki; sen kötü olmak istemesen de, art niyet taşımasan da, yani senin tercihin olmasa da o konuma gelebilirsin.. Örneğin herkes seni müslüman olmak isteyen bir hristiyan sanıyorsa ve açıklamana imkan tanımadan kendi kafalarında kurduklarına inanıp sana çok iyi davranıyorsa; gerçeği açıklar ve din kardeşi olmanıza rağmen kapı dışarı edilmeyi mi seçerdiniz, yoksa 'onlar başlattı' diyip oyuna devam mı ederdiniz?
Bir hristiyan müslüman oldu diye neredeyse tüm servetlerini ona harcarlar; ama başka bir müslüman yardım istese kıllarını kıpırdatmazlar..
Gerçekten olmak istediğiniz kişi ile olduğunuz kişi farklıysa ya? Toplum, insanlar, şartlar izin vermiyorsa ya, gerçekten olmak istediğiniz kişi olmaya? Mahkumların hepsi kader kurbanı olduklarını söyler, toplumu, düzeni suçlar. Haklılar, "dışardakiler"in masum olduğuna inanmak güç! Peki ama tüm suç toplumda mı? Tek yol bu diyip o yolda ilerlemek ve tüm suçu başkalarına atmak işin kolayına kaçmak olmuyor mu?
Selcan
Ekim '06
Elbet bir "çıkar yol" olmalı
Hem namuslu hem dürüst
Hem de insana yakışır
Elbet bir çıkar yol olmalı
Ne taşız biz, ne de makine
İnsanlıktan çıkmak yol değil
İnsan olan "çıkar yol" yaratır
Gayrısı kendini kandırmaktır
Hem namuslu hem dürüst
Hem de insana yakışır
Elbet bir çıkar yol olmalı
Ne taşız biz, ne de makine
İnsanlıktan çıkmak yol değil
İnsan olan "çıkar yol" yaratır
Gayrısı kendini kandırmaktır
Ekim '06
30 Ekim 2006 Pazartesi
Yoksa O.. Hayaller..
.
.. ve o zaman da hayallerin hüzünlü olduğunu, yaşamının eskiden daha iyi olmasa da hem daha kolay hem daha rahat olduğunu, şimdi üzerine yapışan bu kara düşüncenin o zaman olmadığını; bu vicdan azaplarının, gece gündüz rahat vermeyen karamsar, iç karartıcı azapların olmadığını hatırlıyorsun.
Ve kendine soruyorsun: Nerede hayallerin?
Ve başını sallıyor, şöyle diyorsun: Yıllar ne çabuk geçiyor!
Ve yine soruyorsun kendine: Ne yaptın bunca yılı? En iyi zamanlarını nereye sakladın? Yaşadın mı yaşamadın mı?
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Beyaz Geceler
.. ve o zaman da hayallerin hüzünlü olduğunu, yaşamının eskiden daha iyi olmasa da hem daha kolay hem daha rahat olduğunu, şimdi üzerine yapışan bu kara düşüncenin o zaman olmadığını; bu vicdan azaplarının, gece gündüz rahat vermeyen karamsar, iç karartıcı azapların olmadığını hatırlıyorsun.
Ve kendine soruyorsun: Nerede hayallerin?
Ve başını sallıyor, şöyle diyorsun: Yıllar ne çabuk geçiyor!
Ve yine soruyorsun kendine: Ne yaptın bunca yılı? En iyi zamanlarını nereye sakladın? Yaşadın mı yaşamadın mı?
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Beyaz Geceler
Koyun.. Bacak..
Senin hatalarının bedelini ben ödüyorum! Ne kadar adilce, öyle değil mi? Ben hep kendimi sorgulamıştım neden uzaklaştın benden diye. Çok mu sıktım, çok mu rahat bıraktım, çabuk mu pes ettim, ne oldu da her şey yolundayken birden bu hale geldik diye.. Ama öyle değilmiş! Baştan beri bir oyunmuş hepsi. Baştan beri başkası varmış yüreğinde.. Ben hep benden kaçıp ona gittiğini sanıyordum. Meğer sen ondan kaçmak için bana geliyormuşsun. Meğer benmişim asıl "öteki". Ne kadar acı! Ne kadar aptalım ya! Neden senin hatalarının bedelini ben ödüyorum? Hani her koyun kendi bacağından asılıyordu?!
Selcan
Temmuz '06
29 Ekim 2006 Pazar
Killin' me
.
Strumming my pain with his fingers,
Singing my life with his words,
Killing me softly with his song,
Killing me softly with his song,
Telling my whole life with his words,
Killing me softly with his song.
I heard he sang a good song, I heard he had a style,
And so I came to see him and listen for a while.
And there he was this young boy, stranger to my eyes.
I felt all flushed with fever, embarrassed by the crowd,
I felt he found my letters and read each one out loud.
I prayed that he would finish,
But he just kept right on.
He sang as if he knew me in all my dark despair.
And then he looked right through me as if I wasn't there.
But he just came to singing, singing clear and strong.
Strumming my pain with his fingers,
Singing my life with his words,
Killing me softly with his song,
Killing me softly with his song,
Telling my whole life with his words,
Killing me softly with his song.
Singing my life with his words,
Killing me softly with his song,
Killing me softly with his song,
Telling my whole life with his words,
Killing me softly with his song.
I heard he sang a good song, I heard he had a style,
And so I came to see him and listen for a while.
And there he was this young boy, stranger to my eyes.
I felt all flushed with fever, embarrassed by the crowd,
I felt he found my letters and read each one out loud.
I prayed that he would finish,
But he just kept right on.
He sang as if he knew me in all my dark despair.
And then he looked right through me as if I wasn't there.
But he just came to singing, singing clear and strong.
Strumming my pain with his fingers,
Singing my life with his words,
Killing me softly with his song,
Killing me softly with his song,
Telling my whole life with his words,
Killing me softly with his song.
Bana karşı ben..
Biliyorsun, asıl savaş sana karşı değil. Benim asıl derdim kendimle.. Daha önce de oldu, bana karşı ben!
Kendimle olan savaşı kazanabilirsem, belki seni de affedebilirim.. Bunu ister misin bilmiyorum gerçi, daha doğrusu bunun senin için bir önemi var mı bilmiyorum. Sanırım yok.. Ama zaten konu sen değilsin dediğim gibi, benim! Bana karşı ben..
Kavga başladı.. Önceleri seven ben önde götürüyordu maçı.. inanıyordu.. Rakibini ikna etmeye gücü vardı her şeyin düzeleceğine, tüm olumsuz işaretlere rağmen. Ama.. Kendine saygısını kazanmaya çalışan ben, aşkta gurur olmaz diyen beni fena patakladı sonraki günlerde.. Yürek parçalandı; kanlar içinde sökülüp bedenden, fırlatıldı bir köşeye.. Kalp kırıldı, kavga bitti..
Kazanan mı? Yok! Herkes kaybetti bu oyunda..
Selcan
Şubat '06
Hayalet
Goethe'nin eski bir şiiri.. İki yüz yıllık olsa gerek.. Gece vakti bir adam deniz kıyısı boyunca rüzgarlar içinde atla gitmektedir. O bir babadır, yanında kollarıyla sımsıkı sarıldığı oğlu vardır. Oğluna yüzünün neden sapsarı olduğunu sorar ve oğlu yanıtlar: "Baba, hayaleti görmedin mi?!" Baba, gördüğünün yalnızca deniz kıyısındaki bir sis birikimi, duyduğunun ise yaprakların rüzgarla hışırdaması olduğunu söyleyerek oğluna cesaret vermeye çalışır. Ama çocuk gördüğünün hayalet olduğunda diretir ve adam karanlıkta gittikçe daha hızlı, daha hızlı sürer.
- Sonunda ne oluyor?
- Başarısızlık.. Çocuk ölür, hayalet kazanır!
Robert M. Pirsig
Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı
28 Ekim 2006 Cumartesi
Acı..
Ne çok istek.. Ne çok özlem.. Ve ne çok acı..
Yüzeye ne kadar yakın, yalnızca birkaç dakika derinde.
Yazgı acısı.. Varoluş acısı.. Hep orada olan, yaşam zarının hemen altında sürekli uğuldayan acı.. Ulaşılması böylesine kolay olan acı..
Pekçok şey -basit bir grup alıştırması, birkaç dakikalık derin düşünce, bir sanat yapıtı, bir vaaz, kişisel bir kriz, bir kayıp- bize en derindeki isteklerimizin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini anımsatır: genç kalmak, yaşlanmayı durdurmak, yitirdiğimiz insanların dönmesi, ebedi aşkı bulmak, himaye edilmek, anlam ve önem kazanmak, ölümsüzlüğe kavuşmak..
Irvin D. Yalom
Aşkın Celladı ve Diğer Psikoterapi Öyküleri
27 Ekim 2006 Cuma
Lokman Hekimin Sev Dediği
Bu yürek,
Seni seveceğini biliyordu herhalde!
Bu kafa, seni kuracağını seziyordu hanidir...
Bire bin veren buğday,
Elmadaki mayhoşluk,
Hukuki beşer,
Çınçınlı hamam,
Çizmedeki kedi...
Sanki elleriyle koymuşlar gibi
İkimizden bir işmar!
Seni sevmemiş olsam, sözlerim yarı yarıya...
Gözlerim yarım.
Ellerim çolak hüseyin eli.
Seni sevmesem, nefes almayı beceremem ki!
Bugün günlerden ne?
Cumartesi...
Seni sevdiğim için cumartesi elbet!
Seni sevdiğim için bak temmuz ayındayız!
Ayşe onbaşı, Pir Sultan Abdal,
Büsbütün sevdalıyım sana...
Bu gemiler nereye gidiyor seni sevdiğim için?
Seni sevdiğimden suyun akası geliyor!
Bacaların tütesi, Nurhayat'ın halleri...
Seni sevdiğim için güzel
İbrahim'in dilleri...
İnsan seni sevince tutsaklığa kızar tabi!
Savaşın adı geçse cinifrit olur.
Ereğli'nin kömürünü düşünür; ne kömür o be!
Raman'ı düşünür, Çukurova'yı düşünür...
Seni sevdiği için Haliç'te bir uğultu;
Marmara'da bir deniz.
Isparta bahçesinde güller
Seni sevdiği için goncalanıyor!
Seni sevdiğim için kilim dokuyor Avşar'da...
Yarın sabahlar, seni sevdiğim için icat edildi.
Penisilin, halk şiiri, canlı sinema...
Mapushaneler, yedi düvel, harbi ispanyol nezlesi!
Sultan Hamid, Don Civani
Ne bilsinler seni sevdiğimi!
Başaklanmayan yulafa söylemeli;
Cılk yumurtaya,
Paslı demire...
Kulağını bükmeli kurtlu kirazın!
Hoşnut değilllerse bu gidaşattan,
Akıl etsinler seni sevdiğimi!
Yeşille turuncunun kafa barıştırması, bu sevdadan ötürü...
Tepemizdeki o göçmez tavan,
Sulardaki yakamoz, ortancadaki pembe
Ben seni sevdim diye!
Bingöl vilayetinde kamyondan inince
Tığ gibi bir delikanlıya soruyorum:
Siz nerenin bulutlarısınız böyle?
Biz sizin sevdanızın bulutlarıyız!
Bir yıldızlı akşamı varsa Ankara'nın,
1953 kışları içinde;
Karnı tok, sırtı pekse hısım akrabanın;
Konu-komşu dirlik düzenlik içindeyse;
Birbirimizi daha çok sevelim diye!
İnsan seni sevince iş-güç sahibi oluyor.
Şair oluyor mesela;
Meyhaneden cayıyor bir akşamüzeri.
Caysın be güzel!
Caysın be iyi!
Tütünü bırakıyorum, tütün neyime zarar?
Keseme zarar, ciğerime zarar, sevdama zarar!
Seni sevince adamın papuçları eskimiyor!
Beti-benzi yeni çarktan çıkmış gibi...
Seni sevince insan bilgili, saygılı, gönlü gani şen.
Saçları zencefilli.
Erkencecik evine dönmek istiyor canı...
Hep seni düşün.
Hep seni yaşat.
Hep seni yıka;
Seni doyur üç öğün!
Seni bir kanım uyut, sonra uyandır...
Lokman hekim, seni sev diyor bana!
Seni sevmeseydim, ilkbaharı kodunsa bul gayrı!
İstanbul diye bir kent yoktu ki yeryüzünde!
Umut diye bir şey yoktu ki seni sevmeseydim!
Hak, hukuk, bereket diye...
Eşitlik, kardeşlik, hürriyet diye...
Yüreğime sağlık, ne iyi ettim!..
Metin Eloğlu
.
26 Ekim 2006 Perşembe
How am I supposed to live knowing..
I keep tellin' myself that I'm not gonna see him again in my life. Do you have any idea how much pain does this thought give? I'm not gonna hear his voice again in my whole life! And no, he's not dead. At least as far as I know. I need to learn how to live without having any information about him. I need to! Do you know how much it hurts? I have to live knowing that I am not gonna see his eyes again!! I have to learn to stay away from him although he is reachable. I have to resist myself when I am in such a desire to talk to him. You know, I may call him. I may send a short message to his cell phone or maybe an e-mail to one of his e-mail addresses. I have no doubt that he would be glad if I do so. But I can't. I can't! So tell me, can you imagine how hard it is to resist such desires! Oh god, sometimes I feel, I really do, that there is such a great burden on my shoulders that I cannot carry. Sometimes I feel I'm not gonna make it, I'm not gonna forget all about him, I'm not gonna go on my life without him.. Sometimes I really do feel like that.
I wish I never met him! I don't wish he loved me, no! I don't wish I didn't make such stupid mistakes.. I just wish he never existed in my life! I wish I have never given him my phone number so that I wouldn't be waiting for him to call now! I wish I never got his phone number so that I wouldn't fight with myself everyday to call or not to call. You know what, I regret most the behaviors that I have done just not to be regretful of not doing one day.
it's just like the song says:
And then I go and spoil it all
By saying something stupid
Like I love you
I love you..
By saying something stupid
Like I love you
I love you..
Selcan
Ekim '06
Ekim '06
25 Ekim 2006 Çarşamba
Ben ordaydım..
Nerden bilebilirdim ki; tüm zamanını benimle geçirirken aslında başka birini sevdiğini! Senden bana uzanan köprünün sevgi üzerine değil de yalnızlığa karşı bir kalkan olarak inşa edildiğini nerden bilebilirdim! Öyle güzel rol yapıyordun ki..
Sen ordaydın, ben ordaydım, işin ilginci "O" da ordaydı. Aslında hepimiz biliyorduk ya gerçeği, anlamıştık ya, konduramıyorduk bir türlü.. Senin bana bunları yapabilmen, O'nun gerçeği bile bile bana sana dair umutlar vermesi, benim aranızdakilere rağmen O'ndan medet umup ondan destek beklemem.. Kentlerin farklı olması bir şeyi değiştirmiyor, aşk olduğu sürece her kent insanı yutabiliyor!
Evet, artık anladım! Sırf yan cebinde tutabilmek için bana umut verdiğini; hatta beni sevgilini kıskandırmak için kullandığını; aslında verdiğin sözlerin, ettiğin yeminlerin hiçbir anlamı olmadığını.. Belki de ben..sevilmemenin hüznünü bastırmak için inandım sana, tavırlarına, verdiğin sözlerine.. Mutluluklarım gerçekten de hüzünlerden bozmaydı belki de..
Belki de ikimiz de sadece acemi aşıklardık, başka insanları seven.. Ya da belki...ben sevmeyi bilmiyordum, sen sevilmeyi. Ve sonuçta ikimiz de suya gömüldük.. Ama elinden tutup seni boğulmaktan kurtaran biri vardı hayatında ve sen benim üstüme basarak çıktın o sudan! Beni daha da dibe göndererek. Ben? Hala dipte, hala tek başına.. Bildiğim: aşk acemilere göre değil!
Ne müttefik belli, ne sığınak yeri.. Dost görüp de her şeyi anlattığım, dostum sanıp da destek beklediğim insan, aslında bana en çok zarar veren insan oldu. Ne yaptı, neler anlattı, neler söyledi sana bilmiyorum. Tek bildiğim, her ne yaptıysa, sen benden daha da uzaklaştın. Her ne dediyse hakkımda, seni benden soğuttu.. Sığınak sanıp saklandığım yer, ateş hattının tam ortasıymış, nerden bilebilirdim! Şimdiyse kim dostum, neresi sığınacağım limanım bilmiyorum.. Hala!
Ben kendimi kaybedeli nerdeyse bir sene oldu. Hükümsüz müdür bilemem; ama sonu olmadığına ikna oldum artık. Bu boşluklardan boşluk beğenme, diplerden dip beğenme döngüsünün duracağı yok. Komik mi, acı mı, saçma mı bilmiyorum.. Belli dönemlerde geçer gibi oluyor, sonra kendimi dipte buluyorum yeniden. Bir bilsen nasıl halsiz şu kalbim bu dalgalanmalar yüzünden! İnanmadın, inanmadılar bana.. Keşke dediğiniz gibi kolay olsa.. Keşke yarayı söküp atmakla bitse her şey.. Kanamaz demiştin oysa, bak kan revan içindeyim şimdi!
Şimdi yeniden düşmemek için ateş hattının ortasına, direniyorum isteklerime.. Kartonlardan yapma siperlerim.. İlk ateşte yıkılacak, biliyorum! Daha önce bir kez yaşadım, ordaydım.. İnsanların yıllarca soru sormadan yaşadığı yerlerde, huzur bozan sorular biliyorum.. Kimim, kimsin, nereye gidiyoruz diye sormadan yaşayıp gidenlerin arasında, soru sormanın huzurlu zamanları nasıl yıktığını biliyorum.. Ben ordaydım!..
Selcan
Ekim '06
24 Ekim 2006 Salı
Yalnızım.. Yalnızsın.. Yalnız..
(...) Yalnızlık hep var. Buna alışmaya çalış. İçine ne kadar süzülürse, ruhunun alanını o kadar genişletir. Yalnızlıktan kurtulmayı bekleme. Seni anlayacak, o boşluğu dolduracak birilerini bulmayı umut etme. (...) Eğer seni anlayacak birilerini bulmayı beklersen, öldürücü bir hayal kırıklığı yaşarsın. Yapabileceğin en iyi şey, kendini anlamak, ne istediğini bilmek ve yoluna engeller çıkmasına izin vermemek. (...)
J. Fitch
Beyaz Zakkum
Sana Şarkılar Söylemeye Devam Ederim..
Fırtınalı yağmurlar karşısında bile kurak yürekler gördüm ben; bir ölü kuşun -mesela- kanadına hüzünden fırtınalar çizerken..
Yüreğimden düştü, düşten öte gitmedi sevgili öykülerim..
Sevinçlerim yanmayan bir sokak lambasıydı yokluğunda fark edilen ve hüzünlerim gökkuşağı gibi gözalıcı olsa da masallara sağır kalmadı gözlerim..
Uçan kuşları, ölü düşleri seviyorum. Tanıdığım insanların çook azını, tanımadıklarımınsa HEPSİNİ..
İşte bu inanç ve sevgidir seni bana getiren. Ve her çalınışı ve dinlenişi bu şarkıların, bir borcun ödenişidir bu inanca ve bu sevgiye..
Sana şarkılar söylemeye devam ederim sevmeye çıkarsız inanırsan..
Sevmeye inan!
Yaşamak zor bi' oyun..
F.D., Eylül'ün bin900doksan6'sı, İstanbul
İyi-Kötü Güzel-Çirkin..
Beni özlüyormuşsun öyle diyorlar
Kıs kıs gülüyormuş tuzak kuranlar
Sense besleyerek yalnızlığını
Kabul ediyormuşsun aldattığını
Beni soracak olursan hayli kırgınım
Kırgınlık bir yana bir de şaşkınım
Tek tek anlayarak hatalarımı
Sevmeye çalışıyorum yalnızlığımı
İşte ben böyle bir hal içindeyim
Aslında derin keder içindeyim
Bazen bilmeyerek ne yaptığımı
İyi kötü güzel çirkin her biçimdeyim
Bazen isyan edip yalnızlığıma
Sana karşı ince bir sitem içindeyim
Kıs kıs gülüyormuş tuzak kuranlar
Sense besleyerek yalnızlığını
Kabul ediyormuşsun aldattığını
Beni soracak olursan hayli kırgınım
Kırgınlık bir yana bir de şaşkınım
Tek tek anlayarak hatalarımı
Sevmeye çalışıyorum yalnızlığımı
İşte ben böyle bir hal içindeyim
Aslında derin keder içindeyim
Bazen bilmeyerek ne yaptığımı
İyi kötü güzel çirkin her biçimdeyim
Bazen isyan edip yalnızlığıma
Sana karşı ince bir sitem içindeyim
23 Ekim 2006 Pazartesi
Bugün bayram, erken kalkın çocuklar..
Bayram çok hüzünlü geldi bu sene..
Bayram olunca.. İnsan uzun zamandır haber alamadıklarından haber almak için bir vesile olacağını sanıyor nedense.. Sanki aylardır aramayanlar, sormayanlar, nasıl olduğumu-yaşayıp yaşamadığımı merak etmeyenler bayramda birden merak eder olacakmış gibi.. Mesela O.. Aramaya, konuşmaya, nasılsın demeye yüzü olmasa bile, belki bayramda bir "iyi bayramlar" mesajı gönderir diye bekledim.. Bir şeyi değiştirir miydi? Evet!! İnsanlara saygı göstermek için illa onlara aşık olmak gerekmiyor ki!
Bilmiyorum.. Sebebi her ne ise, ben hiç iyi hissetmiyorum.. Artık içim neşe dolmuyor bayramlarda.. Çocukluğumu özlüyorum, kapı kapı dolaşıp şeker topladığım bayramları özlüyorum, O'nu-birlikte geçirdiğimiz vakitleri özlüyorum, sınavlardan geçer not alabildiğim günleri özlüyorum, dost sandığım insanların henüz gerçek yüzlerini görmediğim mutlu günlerimi özlüyorum.. Bugün bayram, erken kalkın çocuklar diyen Barış abiyi özlüyorum..
Her neyse, taa ilk yazımdaki sözümü dinleyip okumadığınız için teşekkürler..
Selcan,
Ekim '06
O artık buzzz kalpli..
Sıcacığımdı dondu, elimi birden tutmaz oldu
Nasıl diye çırpınırken beni bir anda sevmez oldu
Sıcacığımdı dondu, elimi birden tutmaz oldu
Bir an bile ayrılmazken şimdi görmek hayal oldu
O artık buz kalpli.. Ne yaptıysam erimedi..
O sımsıcak yüreği nerede şimdi?
Çok mu sahici olduk da hemen adam yerine koyduk!
Daha bir tek gün yüzü bile görmeden kapının önüne konduk..
O artık buz kalpli; ne yaptıysam erimedi..
O sımsıcak yüreği nerede şimdi?
Çok mu sevgiye boğduk da bir anda hayatımızı koyduk!
Daha bir tek gün yüzü bile görmeden bir hiç yerine konduk..
22 Ekim 2006 Pazar
Yüreğin bi' dünya...tesellisiz..
Kim hatırlar şu bizim hikayeyi
Kim iyi anlatır o biçareyi
Kimse bilmez o niye yitti
Derdi ki bir zamanlar
Pek hatırlamam hoş şeylerdi
Ve sualimiz ruhsuz şimdi
Halsizleştik koşar adım hayat
Ayarız dön bak nice halimiz
Yüreğin bidünya tesellisiz
Sokul usulcana sız yanıma
Sonu gelsin tüm gizi şu alemin
Bitkin düşür senden beni
Aman aman inadı bırak
Getir-götür bitir şu yarım işi
Seslen varsın duymasınlar
Derler ki, o iklimdi ki
Bir zamanların düş iklimi
Şimdi düşümüz tarifsiz ki
Sabitleşmiş bu bakışların acıları diner
Yık kendini
O masalı dinle
Duy kendini
Milyarda bir..
Ben seni seven birkaç kişiden biriyim; ama sen beni sevmeyen milyarlarca insandan birisin!!
Kim kimin için daha özel, sen söyle..
Mart '06
20 Ekim 2006 Cuma
Gideceksin
Gideceksin..
Ben "sen"inle kalakalacağım ardından,
Sen gideceksin, yanına "ben"den hiçbir şey almadan..
Gideceksin..
Tüm umursamazlığını, etrafına ördüğün duvarlarını da katarak benim sevincimin, dayanağımın, sıkıntımın yanına;
Aramayacağını bile bile "Ararım." diyerek gideceksin..
Gideceksin..
Benim ne gitmeye, ne de "Git!" demeye gücüm var; ama sen gideceksin..
Kasım '05
17 Ekim 2006 Salı
Sonuç: Kazanamadınız.
Hevesle heyecanla merakla açıyorsunuz sonuç sorgulama sayfasını. Ve karşısınızda bu acımasız ibare:
Sonuç: Kazanamadınız.
Avunabileceğiniz bir söz, bir işaret, bir "açık kapı" yok. Kazanamadınız! Boynunu büküp sayfayı kapatmak kalıyor geriye sadece..İlginç.. İnsan daha önce onlarca kez başarısız olsa bile her yeni başarısızlığına yine de üzülebiliyor. Bazı şeylere hiçbir zaman alışılmıyor. Sanırım bu da onlardan biri..
11 Ekim 2006 Çarşamba
Hem suçsuz.. Hem güçsüz.. Hem halsiz..
Ben ordaydım;
Acemi aşıkları
Boğan sular biliyorum!
Acemi aşıkları
Boğan sular biliyorum!
Bir şarkı bu kadar mı iyi anlatır bir insanı!
Yazılacak çok şey var aslında, yazmak istediğim.. Belki sonra..
Ben ordaydım;
Huzurlu zamanları
Yıkan sonlar biliyorum!
Huzurlu zamanları
Yıkan sonlar biliyorum!
4 Ekim 2006 Çarşamba
Desem.. Demesem..
Gel demesem...söylememi beklediğini düşünüp kendimi suçlarım..
Desem...gelmezsin ki!
Mart '06
3 Ekim 2006 Salı
Anlıyor musun?
Bazı insanlar mutlu olmayı bilmezmiş. Karamsarlıklarından ya da sahip olduklarını beğenmemezlikten değil ama. Bu tıpkı, su biriktisinden geçerken paçalarını ıslatmadan yürümeyi bilmemek gibi..
Anlıyor musun?
.. / ..
Bugün..
Bir anda..
Bir ışık çaktı beynimde..
Ve o anda..
Fark ettim..
Diğer tüm hayallerim gibi bu hayalime de hiçbir zaman ulaşamayacağım!
..ama
..diğerlerinden farklı olarak
..bu
..acı verecek
..diğerlerinden farklı olarak
..bu
..acı verecek
25 Eylül 2006 Pazartesi
Dedi ki: Normal !
Sadece bu yaşadıklarımın normal olduğunu bilmeye ihtiyacım var.. Normal nedir, kim tanımlar nasıl tanımlar, bilmiyorum; ama kim derse desin inanacağım.. Sadece başka ağızdan duymaya ihtiyacım var. Normal, değil mi?
20 Eylül 2006 Çarşamba
Zile basıp kaçar gibi..
Sesler duyuyorum sanki, sitede dolaşan ayak sesleri.. Ama kapıyı açıp baktığımda kimse yok! Tamam, akıl sağlığımın tam olduğunu iddia etmiyorum, (zaten yaşadığım onca şeyden sonra normal olmasını bekleyenin akıl sağlığından ben şüphe ederim) ama paranoyak olmaya daha vakit var. Var, değil mi? Yoksa harbiden o kadar ince mi delilik çizgisi?
18 Eylül 2006 Pazartesi
isim babası..
bir adın kalmalı, bir adın kalmalı geriye
kırılmış şeylerin nihayetinde
ayrılık, ah ayrılık, kurşun kadar ağır
bir adın kalmalı geriye
sen say ki ve sen say ki hiç ağlamadın
ateşlere tutmadın yüreğini
sen say ki ve sen sanki geceleri koynuna almadın ihaneti
bir adın kalmalı, bir adın kalmalı geriye
ayrılık kurşun kadar ağır
beni affet kaybetmek için erken
sevmek için çok geç
Bu günlerde sürekli bunu dinliyorum. Herbir sözünden sayfalarca yazı yazabileceğim bir şiir ve insanı alıp bambaşka dünyalara götüren bir müzik.. Ne diyebilirim ki? Hala toparlanmaya çalışıyorum, hala darmadağın ettikleri hayatımı bir düzene koymaya çalışıyorum..
Üzüldüğüm tek şey: Bir adım kalmalıydı geriye..
7 Eylül 2006 Perşembe
İster inaaaan ister inanmaaa..
Hani görüştüğümüz zaman umarsız davranacağım ya; hani güleceğim, mutlu rolü oynayacağım, sakın inanma!
Gözümden akmıyorsa yaş, bil ki içime aktığından; duvarları yumruklamıyorsam sinirden, bil ki elimdeki yaralar henüz iyileşmediğinden..
Hani sen bana "Nasıl gidiyor?" diyeceksin, ben de sana "İyidir." diyeceğim ya,
SAKIN İNANMA!
Selcan
Ankara, 2001
Pişt, baksana bi': Aslında bu tür yazıları internet sitelerinde yazma taraftarı değilim. Bunu bir forum sitesine yazmıştım, dandik bir şey zaten kimse ilgilenmez diye. Nasıl olduysa, şimdi gugıl amcaya sorduğumda 7-8 farklı site gösteriyor bana "ahan da şunlar senin yazını izinsiz alıp kullanmışlar" diye.. Baktım, güzel duruyor, özendim benim yazımı yazanlara. Sırf bu, sağda solda pekçok kişinin "ben yazdım" diye paylaştığı(!), ayağa düşen yazımı yazabilmek için açtım burayı.. Misyonum, kısaca bu. Vizyonum ise boş vakitlerde (boş?) kimsenin okumayacağını umut ederek yazmak olacak.. Hadi bakalım, cümleten hayırlı olsun..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)