31 Ocak 2013 Perşembe

Toz Tanesi

Akşamın karanlığında beni eve götüren servisten iniyorum. Hava yağmurlu. Anlamsız şekilde trafik yoğun. Alt tarafı 2 şeritlik bir yoldan karşıya geçeceğim. Kimse yol vermiyor. Neden sonra ilk şeridi geçiyorum; ama ikinci şeritte yolun ortasında kalıyorum. Zira metro çalışmaları yüzünden karşıya geçeceğim yolu beton bariyerlerle kapatmışlar. Öyle sıkı koymuşlar ki bariyerleri, aralarından ben bile geçemiyorum. Mecburen tek aralık olan kısma doğru koşmaya başlıyorum. Yağmur yağıyor. Karanlık. Yerler çamur. Ve arkamdan büyük bir aracın geldiğini görüyorum göz ucumdan. Dönüp bakacak vaktim yok, araç ne korna çalıyor ne yavaşlıyor. Sadece ben önde koşuyorum, o  arkadan -sanki beni ezmek için hınçlanmış gibi- hızla geliyor. Ayağımda topuklu ayakkabı. Elimde poşetler. Araç geliyor, ben koşuyorum. Çarpacağı aklımdan bile geçmiyor, küfür yemeden şu yoldan kurtulma derdindeyim. Ve o anda sırtımdan biri sertçe ittiriyor sanki. Aklımdan geçen şey: "Anaaa, harbi vurdu lan! Herhalde şimdi de üstümden geçecek..." Nasıl ya? Onca insanın arasında, o kalabalıkta... Alt tarafı işten çıkmış, akşamın bir vakti evine gitmek için karşıya geçmek isteyen, hatta bunun için yol verilmesi gerekirken korna yememek için yol ortasında koşan biriyim. Diz üstü yere kapaklanıyorum. İnsanlar doluşuyor bir anda başıma. Hiçbirinin yüzünü hatırlamıyorum. Baktığımı bile hatırlamıyorum. Mal mal elime bakıyorum. Halbuki elimde bir şey yok. Dizim yaralı. Çorabım yırtıldı. Elimdeki poşet düştü. Üstüm başım çamur içinde kaldı. "Plakasını alsaydınız." diyorum bana yardıma gelenlere. Alamadılar tabi, o trafikte bastı gitti adam. Zaten karanlık, yağmur yağıyor. "Ama plaka..." Mal mal elime bakmaya devam ediyorum. Neden sonra hala yerde oturduğumu fark ediyorum. İnsanların yardımıyla yerden kalkıyorum. "Plakasını alsaydınız iyiydi be..." Her şeye rağmen hala var olan yardımsever insanlar, iyi olup olmadığımı soruyorlar. Ağrım var mı, nasıl hissediyorum, yürüyebiliyor muyum... Bir süre daha mal mal elime baktıktan sonra "Neyse, gideyim artık." diyorum. Evim yakın zaten. "Dikkatli git, aman yavaş." diye tembihliyor beni anaç kadın. 
Eve geliyorum. Kapıyı açıyorum, içeri giriyorum. Ve o anda hıçkırıklar sarıyor. "Bu ne lan? Ne biçim memleket lan burası? Göz göre göre çarpıp nasıl olur da hiçbir şey olmamış gibi sktirip gider bu aracın sürücüsü?" Ve bir acizlik hissi kaplıyor benliğimi. O kadar zavallıyız ki bu dünyada; bir toz zerresi kadarız. İşte adam çarptı, durup bakmaya bile gerek görmedi. O kadar önemsiziz ki... O anda tesadüfen sola doğru düşmesem üstümden de geçecek belki. Kasis var diye mi düşünecek o zaman o g.t herif? Acır mıydı acaba üstümden araba geçse? Belki de tekere yapışır kilometrelerce sürüklenirdim arabanın altında, kim bilir? Ama işte, bu memlekette insan hayatı o kadar ucuz ki; biz o kadar zavallıyız ki; o kadar küçük bir toz tanesiyiz ki...
Koca evrende bir toz tanesi...

Selcan
28/01/2013
Ankara
  


5 Ocak 2013 Cumartesi

Bahar Sürgünleri

... yaşadığım hayatı yeniden düşünüyordum... Bu hayatta zehirleyici yalnızlıklar, hiç ummadığınız anda gelen sıcak dostluklardan daha çoktu; şiddet ve yıkım arzusu, dayanışma duygusu ve barış isteğinden daha çoktu; düş kırıklıkları, insanın içini ansızın sevinçle dolduran büyüleyici sürprizlerden daha çoktu. Ama yine de hayatta hiç ölmeyen bir şeyler vardı. Tıpkı bahar sürgünleri gibi; yaprakları dökülüp dalları kurusa da kökleri hep canlı, hep dipdiri kalan ve her baharda yeniden açan bahar sürgünleri gibi...

Bu direnişe inanmak zorundaydım...

Cezmi ERSÖZ
Yol Öyküleri




3 Ocak 2013 Perşembe

Doğduğum Gün

Dün doğum günümdü. Günler geçse de birer birer, yaşımı bulmak için içinde bulunduğumuz yıldan doğduğum yılı çıkarınca kalan sayının bir anda değişivermesi garip şey doğrusu...

Doğum günüm bitti. Ve ben bugün, doğum günü çocuğu olmaya en uzak kişiyim... 

Selcan 
03/01/2013 
Ankara