27 Ocak 2010 Çarşamba

Mahzun

Şahsen ben, mahzun olmakta bir kusur görmüyordum. Aksine, riya ve oyun insanları mutlu eder, hakikatleri bilmek ise ağırlaştırıp hüzünlendirirdi. Şu hayatta daha çok şey bilen insanlar daha durgun, daha dingin olurdu...

Elif Şafak
AŞK




24 Ocak 2010 Pazar

Ellerinde Mürekkep İzi

...

Son ana kadar yazmayı sürdürdü;
öldüğünde elinde hâlâ mürekkep izleri vardı.

...



Veda

Çok ileri bir tarihte
Çok yaşlı olarak
Sessizce ayrılmalıyım
Kimseye pek gözükmeden
Ve kimseyi rahatsız etmeden.

Masamın üzerinde
Dünden kalan işler
Tamamlanmamış yazılar
Okunmayı bekleyen kitaplar
Ve anılar ve umutlar.

Filleri kuyruğundan çekerek
Tepeleri aşırtmaktı görevim
Günler bitti filler tükenmedi
Ben elimden geleni yaptım
Gerisini siz tamamlayın.

Boşa geçmedi hayatım
Daha fazlası olabilirdi ama
'Buna da şükür' demeliyim
İşte sevgili dostlar
Ben böyle veda etmeliyim.

İsmail Cem
New York, 1995

...

Unutma!

"Diyarbakır'da 24 Ocak 2001 tarihinde düzenlenen saldırıda 5 korumasıyla birlikte şehit olan Ali Gaffar Okkan, katledildiği yerde anıldı."

Yapılan hiçbir güzelliğin, başarının, iyiliğin cezasız kalmadığı ve birinci iyelik eki kullanmaya dilimin varmadığı bu güzel ülkede, yitip giden kahramanların ardından unutmamak, unutturmamak için her sene her sene, inadına yeniden toplanan o güzel insanlar...

İyi ki varsınız!



Ey Halkım


Vurulduk ey halkım, unutma bizi!

Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık,
Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
Bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı!
Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,
Yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük!
Dövüldük, vurulduk, asıldık.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Yoksulluğun bükemediği bileklerimize, çelik kelepçeler takıldı.
İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez,
İsteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık...
Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu.
Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Fidan gibi genç kızlardık; hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden.
Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik.
Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
Taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi.
Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden!
Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

Ölümcül hastaydık.
Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk.
Vicdan sustu.
Hukuk sustu.
İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Kanserdik; ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık.
Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
Önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine.
Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük.
Doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük.
İstanbul'daki, Ankara’daki işçiler, sizin için öldük.
Adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize.
Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa, devleri yönetenler gizli emellerle,
Başlarımızı ezmek,
Kanlarımızı emmek istediler.
Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, komünist dediler.
Ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze.
Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti çabamız.
Bir kez dinlemediler bizi.
Bir kez anlamak istemediler.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık.
Bir kadın eline değmemişti ellerimiz.
Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha.
Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına.
Herkes tanıktır ki korkmadık.
İçimiz titremedi hiç!
Mezar toprağı gibi taptaze,
Mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık ey halkım, unutma bizi...

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar,
Ağabeyimiz, babamız yaşındaydılar.
Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olan bitenlere.
Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük.
Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına...
Batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...

Bir gün mezarlarımızda güller açacak!
Ey halkım, unutma bizi.
Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak!
Ey halkım unutma bizi...

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz!
Şimdi hep birlikteyiz!
Ey halkım, unutma bizi...

Uğur Mumcu
Cumhuriyet - Sesleniş
25 Ağustos 1975


22 Ocak 2010 Cuma

Çocuklarımız İçin

Fotoğraf: www.hurriyet.com.tr


"Düşünceyi öğüten bir karanlık değirmende ağartarak sakallarımızı, bir kağıtla bir kalem miras bırakacağız ardımızdan gelen başaklara; yeni oğullar, kızlar vermek için kör dişlilerin arasına...

Böyle bedellerle buyurmuş ancak insanlık bahçeleri..."


Can Dündar, Bir Uğursuz Miras




19 Ocak 2010 Salı

Soğumuyor Acısı


"soğumuyor arkadaş soğumuyor acısı. üç yıl geçmiş aradan. inatla bakıyorum resimlerine. kendini jiletleyen arabeskçiler gibi, ısrarla izliyorum hrant haberlerini ana haber bültenlerinde. içimi acıta acıta okuyorum hakkında yazılmışları. insan olduğumu hissetmek için. hayatta olduğumu hissetmek için. acıtsa da, inatla. şu adamı vurdular ya. vurdurdular ya şu adamı da. nerelere gitsem. gidecek yer de yok. cenaze evine girince ağlayan kadınların yanına usulca oturup ağıta başlayan anneannemin ağıtı gibi, önce yavaştan, giderek şiddetlenerek. kafam zonkluyor. ermeniliğini bırak, eylemciliğini bırak, muhalifliğini bırak, hümanistliğini, insanseverliğini, samimiyetini, cesaretini bırak, adam gibi adamdı. (adam gibi adam mı? ha ha ne komik laf). komik mi? (komik tabi. sit com lafları bunlar. naylon laflar, ekşi sözlük lafları). siz kimsiniz, bu tarih öncesi köpekler neden havlıyor? neden yüzyıllardır havlıyor bu köpekler? neden hep aynı şeyler, nasıl lanetli bir yer burası? nasıl yaşanır burda? hrantı vurdular. hem de sırtından, allahım! artık ne yapsak da adı yaşamak olsa? kendimi yarı çıplak karlara atasım var. bak işte hayattayız hrant. acıya müptela olduk, içimizi oymak en büyük zevkimiz, ne kadar üzüldüğümüzü söylemek de en büyük ayıbımız olsun."

(pesa, 17.01.2010 22:53)
http://sozluk.sourtimes.org/

.

Anısına...


Bir daha açar mı karanfil korkusuz?
Bir daha uçar mı güvercin şehirde?
Yalancı güneşli bir ocak,
Mübarek cuma gününde...

Gitti cancağızım gitti!
Bitti son istanbul...
Kaldırımlar zabıt tuttu şahidiz hepimiz,
Her yer tetikti...

Sen de çekip gitme;
Dayan be umudum!
Dön gel, dön gel...
Meydan okur hayat,
Pabuç bırakmaz ölüme!
Dön gel, dön gel...

Bir daha yazar mı kalem kanaya kanaya?
Kağıdı da kan tutar, ağaç değil mi soyu?
Ağla, doyasıya ağla!
Aynı denizde çoğalır yüreğin özsuyu...

.

13 Ocak 2010 Çarşamba

10 Ocak 2010 Pazar

Farklı

Önce farklı olandan etkilenip sonra farklılıktan ürken insanlar... Kıçını görüp korkan kedi misali dört dönerler o "farklı"dan kurtarmak için hayatlarını!

Ah insanlar... Olgunluk katılmamış, yoğurulmamış, henüz pişmeden fırından çıkarılmış insanlar...

Selcan
01.11.2009

.

9 Ocak 2010 Cumartesi

Kahvenin Arkadaşı

"Coffee-mate" gibidir bazı insanlar...

Tek başına hiç tadı tuzu yoktur, anlamsızdır. Bir işe yaramaz! İlla başka bir şeyin yanında olmalıdır anlam kazanmak için. Mutlaka bir "kahve" olmalıdır işe yaradığını kanıtlaması için. Ancak "kahve"nin yanında var olabilir; "kahve" yoksa o da yoktur!

Varlığı, başkalarının varlığına bağlıdır...
Tek başına bir hiç!

Kahvenin arkadaşı...

Selcan
25.08.2009

3 Ocak 2010 Pazar

İki Kişilik Koltuk

Tüm gezi boyunca yüzüne bakmaz, iki çift laf etmezler.

Biri de senin yanındaki koltuğa otursun diye gözlerinin içine bakarken sen, başka yer bulabilmek için dört dönerler otobüste. Oturmazlar yanında...

Ondan sonra sen yalnızlığın tadını çıkarmaya başladığında bozulurlar.
Ve laf çarpmaya başlarlar: "Bazıları da hep yalnız oturuyor; iki kişilik koltuğu tek başına kullanıyor!"

Ah insanlar...
Büyümemiş, pişmemiş, olgunlaşmadan toplanmış insanlar...

Selcan
30.08.2009
.