28 Haziran 2009 Pazar

Yoruldum



Bir rüzgara kapıldım gidiyorum;
Sonu hayır mı şer mi bilemiyorum...

Hem çok seviyorum, dostlar başına!
Hem sıcak demir, aşk olsun tutana..
Hem çok seviyorum, düşman başına..
Hem sıcak demir, aşk olsun tutana!..

Ben yoruldum,
Söyle, senin gücün var mı hala!
Kaç yenilgi var,
Söyle, ömürde Allah aşkına...

Akışına bıraktım gidiyorum;
Sonu hayır mı şer mi bilemiyorum!

Hem eriyorum günden geceye;
Hem kapı duvar verilmiş sözlere!
Hem eriyorum günden geceye...
Hem kapı duvar verilmiş sözlere!

Ben yoruldum,
Söyle, senin gücün var mı hala!
Kaç yenilgi var,
Söyle, ömürde Allah aşkına...

27 Haziran 2009 Cumartesi

Kısırdöngü

"Bir kısırdöngü." dedi Sabina. "Müzik git gide daha yüksek çalındığı için insanlar sağır oluyor. Ama insanlar sağır olduğu için müziğin daha da yüksek çalınması gerekiyordu."


Milan Kundera
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

.

26 Haziran 2009 Cuma

25 Haziran 2009 Perşembe

Teşekkürler Dünya



Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar 'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Çe" Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz.

Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük.

Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik.

Teşekkürler dünya.

Kazım Koyuncu

20 Haziran 2009 Cumartesi

Var Olmadan Yok Olmak

Var olmadan yok oldum ordan...

Telefon rehberlerine geçmeden, tanışmadan, tanımadan, kimse beni tanımadan, oranın bir çalışanı olarak personele gönderilen yeni yıl ajandalarından almadan, onlarca bilgisayar depolara kaldırılırken bilgisayar verilmeye değer görülmeden, benimsemeden, benimsenmeden...

Var olmadan yok oldum ordan...
TKİKGM bütünüyle sizindir artık, hayrını görün!

Selcan
19/06/2009

13 Haziran 2009 Cumartesi

Git Patlat Bu Kafayı!



Aynaya baktın, senden ötesi yok!
Aynayı sev..
Radyoda sevdiğin şarkı çalmış;
Radyoyu sev!
Kalbine baktığın kadın başkasınınmış;
İyi mi!
Git patlat bu kafayı şimdi...

Bazen herkesten sıkıldığın oluyordur!
Fişi çekip dükkanı kapatasın geliyordur...
Kavgası, tasası, aşkı, derdi...
Ah be kardeşim, başına ne geldi?!

Sonraya kaldın, bundan kötüsü yok.
Sonrayı sev!
Kadrolu çıkarcı senden caymış;
Şansını sev...
Vurdulu kırdılı kadın kapı duvarmış;
İyi mi!
Git patlat bu kafayı şimdi!

Bazen herkesten sıkıldığın oluyordur.
Fişi çekip dükkanı kapatasın geliyordur!
Kavgası, tasası, aşkı, derdi...
Ah be kardeşim, başına ne geldi?!

Git patlat bu kafayı şimdi!..

Yalın

11 Haziran 2009 Perşembe

Totally Wrong


I was born with the wrong sign
In the wrong house
With the wrong ascendancy
I took the wrong road
That led to the wrong tendencies
I was in the wrong place
At the wrong time
For the wrong reason
And the wrong rhyme
On the wrong day
Of the wrong week
I used the wrong method
With the wrong technique

Wrong
Wrong

There's something wrong with me chemically
Something wrong with me inherently
The wrong mix
In the wrong genes
I reached the wrong ends
By the wrong means
It puts the wrong plan
In the wrong hands
The wrong theory for the wrong man
The wrong eyes
On the wrong prize
The wrong questions with the wrong replies

Wrong
Wrong

I was marching to the wrong drum
With the wrong scum
Pissing out the wrong energy
Using all the wrong lines
And the wrong signs
With the wrong intensity
I was on the wrong page
Of the wrong book
With the wrong rendition
Of the wrong look
With the wrong moon
Every wrong night
With the wrong tune played
Till it sounded right, yeah

Wrong
Wrong

Too long...

I was born with the wrong sign
In the wrong house
With the wrong ascendancy
I took the wrong road
That led to the wrong tendencies
I was in the wrong place
At the wrong time
For the wrong reason
And the wrong rhyme
On the wrong day
Of the wrong week
I used the wrong method
With the wrong technique

Wrong

8 Haziran 2009 Pazartesi

Maden

İndim maden ocağına, 
Kara elmas diyarına;
Yeryüzü sıcak olsun diye, dost!
Yıllar boyu kazma salladım suskunca bu zindanda, 
Çocuklarım gülsün diye, dost.
Oysa bizim evde gülen yok!.. 

Yürü derler, yürü derler.
Açlığa yürü, derler.
Kara elmas tabut olmuş; gerekirse ölün, derler!
Günü gelir, utanmadan, ağlaşana “Gülün!” derler, dost.
Yalanlara artık sabrım yok!..

Bugün maden ocağına, kara elmas diyarına 
İnmedik; selam olsun sana, dost!
Ölesiye ışık hasretiyle solmuş bu yüzlere, 
Grev grev güneş doğmuş, dost...
Artık kaybedecek bir şey yok!

Yeraltında ezilenler, yeryüzüne seslenirler...
“Madenler bizim!” derler, “Gerekirse ölüm!” derler.
Günü geldi, grev, derler!
Günü geldi, grev derler, dost...
Artık kaybedecek bir şey yok!


Yerin derinliklerinden geldiler.
Ellerinde susmak bilmeyen bir yeraltı güneşiyle!
Ne kadar diplere bastırılsa, 
O kadar boğulmak bilmez yankısıyla yüreklerinin... 
Ağır ağır geldiler... 
Sonra her gün geldiler!
Artarak geldiler!
Kadınları, çocukları ve alkışlarıyla 
Yoğurt mayalar gibi geldiler!
Pişkin ekmekleri bölüp de paylaşır gibi,
Su gibi,
Ateş gibi...
Her gün yeni ağızlar eklendi ağızlarına.
Yeni yollarla tanıştı ayakları...
Her gün yeni kabuklar çatladı.
Yeni kulaklar işitmeye başladı söylediklerini.
Bir kent oldular sonunda...
Ve adını değiştirdiler ülkenin!


Yunus


ANKARA - Nihat’ın ya da Arda’nın attığı gollerin fotoğrafı mı, sınır ötesi operasyondan kareler mi, başörtülü lider eşlerinin pozları mı? Son dönemden aklımızda hangi kare kalacak derseniz, benim cevabım tek; Datça sahillerinde yatan, kuyruğuna iple parke taşları bağlanmış ölü yunus fotoğrafı...

Bizi bu kadar iyi anlatan bir fotoğraf uzun süredir görmedim, muhtemelen de göremem...

Fotoğrafı gördüğüm andan beri, parke taşı bağlı ipin yunusun kuyruğunda bıraktığı izi kendi kollarımda, bacaklarımda hissediyorum.. O ipler benim bacaklarımı sıkarken koşmaya çalışıyorum..

Açıklarda teknemizle yarışan, eşlik eden, derinlerden haberler getiren, denizlerin bu deli mavi yunusunu, kuyruğundaki kiloluk kaldırım taşlarıyla sıçramaya çalışırken düşündükçe, ben boğulur gibi oluyorum...

Bu sadece hayvan sevgisi değil, bu sadece bir canlıya alçakca kıyılmasına duyulan bir öfke değil... 

Yunusun ölürken yaşadıkları hakkında sayfalarca yazabilirim, ona kıyan caninin haleti ruhiyesi hakkında, ona verilmesi gereken ceza konusunda günlerce konuşabilirim..

Ama asıl üzerinde konuşmamız gereken bu fotoğrafın beni şaşırtmaması.. Asıl tartışmamız gereken bu fotoğrafın tanıdık gelmesi, çok da fazla yadırganmaması.

Yok, yok, “biz zaten cani olduk, işsizlik, yoksulluk insanların ahlakını bozuyor, acımadan kesip biçiyoruz” demiyorum... Bunları zaten biliyorsunuz.

Bu fotoğrafın beni şaşırtmamasının asıl sebebi; yunusun da, yunusu öldürenlerin de, yunusu öldürme biçimlerinin de “bizi” hatırlatması...

O fotoğraf şaşırtmıyor, çünkü tanıdık geliyor, çünkü o fotoğrafta biz varız, çünkü bizim dramımız var..

Biz değil miyiz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları değil mi, yıllardır kuyruğuna taş bağlı yunus gibi çırpınıp duran?

Ne zaman başımızı kaldırsak, ne zaman güneşe doğru, aydınlığa doğru sıçramaya kalksak, ayağımıza, kuyruğumuza bağlı taşlar bizi dibe çekmiyor mu?

Pekiyi bu zavallı yunusun kuyruğuna parke taşlarını kim bağladı? Biz, bizden birileri değil mi?
Pekiyi bizim kuyruğumuza taşları kim bağladı, kim bağlıyor? Yine biz, bizden birileri değil mi?

Yüzde 47 destekle gökyüzüne değebilecek kadar sıçrama şansı yakalayanlar, türban, içki yasağı vs. deyip, yüzde üç-beşlik oy kaygılarıyla kendi taşlarını kendileri bağlamıyorlar mı?

Milletten muhalefet yetkisini bile güç bela alabilenler, bütün stratejilerini “iktidarı yıpratmak, her ne olursa olsun yaptırtmamak” üzerine kurunca taşları kime bağlıyorlar?.. O taşlar yalnız iktidarın sıçramasını mı önlüyor, yoksa sıçrayamayan biz miyiz?

“Bizdendir, ekiptendir” denerek, hiç haketmediği, dahası beceremeyeceği koltuklara oturtulanlar, kimin ayağına bağlanan taşlardır?...

“Laiklik elden gidiyor” diyerek demokrasiyi katletmeyi göze alanlar;
“Din elden gidiyor” diyerek demokrasinin katledilmesine yol açanlar;
“Vatan, millet, devlet” diyerek çeteleşip, soyup, sömürenler;
“Allah, peygamber,din” diye sermayelenerek soyup, sömürenler;
kimin ayağına bağlanan taşlardır?...

Son bir soru;
Datça sahillerinde kuyruğunda bağlı parke taşlarıyla yatan ölü yunusa mı daha çok yanacağız, yoksa her yukarı çıkmak istediğinde, ayağındaki taşların geri tepmesiyle iki kat dibe batan “Çılgın Türklere, Aslan Kürtlere, Can Alevilere, Mümin Kardeşlere mi?”

Ümit Sezgin



KAYNAK: http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/450352.asp


3 Haziran 2009 Çarşamba

Hoşça Kal Kardeşim

         
İşte geldin, gittin işte.
Işıklar içinde yat gittiğin yerde...



İşte geldik gidiyoruz
hoşça kal kardeşim deniz
biraz çakılından aldık
biraz da masmavi tuzundan
sonsuzluğundan da biraz
ışığından da birazcık
birazcık da kederinden
bir şeyler anlattın bize
denizliğin kaderinden
biraz daha umutluyuz
biraz daha adam olduk
işte geldik gidiyoruz
hoşça kal kardeşim deniz

Nazım Hikmet Ran
27 Eylül, Pitsunda, 1958